
Ali Demirel
Kalleşçe öldürülen Türk Başbuğları - 8
Baş kadı ve Şeyh Ebu Mansur Türklerin yanına gelerek ara buluculuk yaptılar. Ancak onların bu ziyaretleri pek işe yaramadığı gibi durumun kendileri için ne kadar vahim olduğunu göstermiş oldu. Halifenin veziri İbn-i Derâset, Amid ül-Mülk’ün gönlünü almak için evinde bir ziyafet verdi. Ziyafete bütün Türk heyeti davet edildi. Tam ziyafet sırasında Halifeden Türk vezirine bir mektup getirdiler! Halife mektubunda Amid ül-Mülk’e “Biz bu işi sana bırakıyoruz. Senin diyanetine ve emanetine de güvenimiz vardır.” …
İşte böyle söylenmesine karşın yine nişan işini sürüncemeye bırakmaları Türk vezirini kızdırdı. Heyet götürdükleri parayı da yanlarına alarak geri döndü.
Bu sırada Başbuğ Tuğrul Bey Hamedan’da bulunuyordu, oraya gittiler ve durumu anlattılar. Tuğrul Bey çok kızdı. Bağdat Kadil Kuzat’ı (Bağdat baş kadısı) ve Şeyh Mansur’a mektup yazarak; kendisine haksızlık edildiğini, verilen sözlerin yerine getirilmediğini bildirdi. Duruma çok sinirlenen Tuğrul Bey, Amid ül-Mülk’e ve Reîsü’l Irakayn’a da emir vererek; Halifenin tahsisatının kesilmesini, halifeye para verilmemesini buyurdu. Halifenin İkta arazilerinin gelirlerinden mahrum edilmesi demek 500 bin dinar (yaklaşık bir devletin yıllık bütçesi kadar). Ayrıca Türk Devletinin hazinesinden ödenen paraların haddi hesabı yotu. Lüks ve israf içinde yüzen Halife sarayı bu gelirler olmadan ayakta kalması mümkün değildi. Tuğrul Bey, ayrıca yeğeni Aslan Hatun’a da haber salarak, Halifenin sarayını terk etmesini, göndereceği askerlerin korumasında Rey’e dönmesini istedi…
Artık büyük bir olayın kopacağı belli olmuştu. Bunu anlayan halife hemen yine fikir değiştirdi. Muharrem 454 (Milâdî 1062) halifenin bu izdivaca rıza göstermesiyle; Amid ül-Mülk nikah için vekâlet gönderdi. Kadil-Kuzat ve İbn-i Yusuf’un şahit olmaları kararlaştırıldı. Ebu Ganâim ve İbn-i el-Mahleban nikâh evraklarını yanlarına alarak, o sırada Tebriz’de bulunan Başbuğ Tuğrul Bey’e götürdüler. Şaban 454 (Milâdî 1062) nikah merasimi tamamlandı… Nikâhtan sonra bir süre Azerbaycan’da kalan Tuğrul Bey, Muharrem 455 (Milâdî 1063) Bağdat’a geldi. Veziri Azam Amid ül-Mülk’ü, gelini alıp gideceğini bildirmesi için Halifeye gönderdi. Kaypak Halife yine yan çizdi! Şöyle diyordu; “Tuğrul Bey, Hanedan-ı Nübüvvetle alâka kurmak istemiştir. Bu isteğine de nail olmuştur, artık gelini götürmesine gerek yoktur…” Arap tarafının bu evliliğe bu kadar karşı olmalarının sebebi; ‘biz peygamberin amcası Abbas’ın sülalesindeniz, biz üstünüz, bizim kızımız ancak biz gibi üstün bir kabileye gelin gidebilir…’ diyorlardı. Hani üstünlük takvadaydı!.. Her neyse, yapılan baskılar sonucu gelinle damadın görüşmeleri karlaştırıldı. Tuğrul Bey Bağdat’da saray gibi bir eve yerleşmişti (bazılarına göre büyük bir Türk çadırı – otağ), gelin o eve getirildi. Ne var ki, gelin Tuğrul Bey yanına geldiğinde ayağa bile kalkmıyordu, Tuğrul Bey de onun peçesini bile açmıyordu. Bir hafta boyunca, çok kıymetli hediyelerle gelinin yanına giden damat aynı olumsuz tavırlarla karşılaştı, bir türlü emeline ulaşamamıştı. Bu arada Halifenin eşi Aslan Hatun, emmisine karşı takınılan bu tavırlardan hiç hoşlanmamıştı. Tuğrul Bey’le de konuşarak hep birlikte Bağdad’ı terk etmeye karar verdiler. Türk tarafının bu kararı Arapları yine telaşlandırdı. Halifenin bütün harcamalarını Türk devleti karşılıyordu, direk para olarak ödenek şeklinde verilenlerin dışında pek çok Selçuklu yönetimindeki ülkelerin gelirleri doğrudan Halifeye tahsis edilmişti.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.