1914 senesinin sonbahar aylarında İngiltere de bu yukarda ki söz oldukça yaygındı. ‘Seni istiyorum’ anlamına gelen bu lafı üstelik pos bıyık bir adamın sağ elinin işaret parmağı ile -seni- işaret ettiği bir resim süslüyordu. Yüzbinlerce poster dağıtılmıştı Adanın her yerine ve Kolonilere..


Sonra bakmışlardı ki bu davet tarzı  pek o kadar mantıklı değil, başka anlamları da içerebilir.

 ‘gel abi şunu; memleketin seni istiyor şekline çevirelim.’ diyeceklerdi.  Böylece cümle değişmişti. Ama o pos bıyıklı adamın resmi kalmaya devam ediyordu.


Bu adamın adı HORATIO HERBERT KITCHENER idi. Bugün bu arkadaşın hikayesini anlatmak istedim. Neden mi

Yazının sonunda bir karara varabilirsiniz sanırım.


1850 de asker ve asil bir ailenin oğlu olarak dünyaya arzı endam eden KITCHENER, orduya yazılmıştı, ve daha 24 yaşındayken o günlerde nominal olarak hala bizim sandığımız Orta Doğu da keşif gezilerine katılmış. Notlar almış, haritalar çizmiş ve dahası oranın halkını tanıma fırsatı edinmişti.


Kendisine sorarsanız ‘Doğunun feriştahı’ olmuştu. Kısmen de doğruydu bu Kahire de göreve başladığında o kadar akıcı bir Arapça konuşuyordu ki, hani açık renk gözleri ve sarı saçları olmasa ve hele o ünlü burma bıyıkları.. onu bir Arap sanmak işten bile değildi. Yüce Tanrı ona ‘yürü ya kulum’ demişti. Adam elli yaşına geldiğinde ülkesinin en ünlü askeri olarak tanınıyordu. E, kolay mı, Sudan da isyanı bastırmış, Fransa ile girişilen Afrika hakimiyet yarışında onları usta bir şekilde elimine etmiş, ve daha sonra Güney Afrika da ki Boer savaşını kazanmış bir adamdı. Halk ona tapıyordu. Bazı aydınlar özellikle Boer kapışmasında uyguladığı utanç verici yöntemleri açıkça eleştirseler de (adamımız, toplama kamplarına kadın çocuk demeden binlerce Boer ahalisini doldurup insafsızca davranmıştı., e o kadar hata Kadı kızında da olurdu)  sonuçta hep kazanmıştı. Sırasıyla Sudan genel valiliği, bir ara Hindistan genel valiliği gibi İngiliz imparatorluğunun en gözde makamlarına atanmıştı. Özellikle İngiliz Kara Kuvvetlerinin yeniden organizasyonu, eğitimi ve silahlanması konusunda devrim denecek şeyler yapmıştı.


Kahire’yi adeta evi sanıyordu, rahatı , keyfi yerindeydi. Her ne kadar Mısır hala Osmanlı toprağı sayılıyorsa da İngiliz’in bunu taktığı yoktu. Ülkeye Osmanlı Sultanı adına vaziyet eden Hidiv unvanlı biri, tüm emirleri İstanbul’dan değil bu adamdan alıyordu. 1914 de Yaz tatilini kullanmak için geçici bir süre Adaya dönen KITCHENER, geri dönüş yolculuğuna başlamak üzere idi..

 Ama tarihlerde 3-4 Ağustos gününü gösteriyordu. 1914 , Ağustosu evet.


İngiliz ordusunda ki en üst rütbe olan Mareşal , kendini Fransa kıyılarına taşıyacak olan -oradan da trenle İtalya ve oradan da Kahire- buharlı teknede lüks kamarasına henüz çekilmişti ki acil bir telsiz mesajı ile geri dönecekti.

İngiltere ertesi gün Almanya ile savaş tutuşacaktı ve ülkenin hazırlıkları eksikti, en başta bu savaşı yürütecek çapta bir askeri liderleri yoktu. KITCHENER, Savaş Bakanı olarak atanmıştı.


Ağır kanlı, soğuk bakışlı ve duruşlu, insandan çok makineyi andıran ses tonuyla bu adam bir politikacı değildi. Kabinede ki arkadaşları savaşın en geç yılbaşında biteceğini ileri sürerken. Mareşal, lafa girecek ve ‘en az üç yıl sürecek!’ demişti.

 Ve eklemişti ‘ve en az bir milyon karacı askere gerek duyulacak!’


Tarihçi David Fromkin diyor ki Lord KITCHENER, eğer 1914 de ölseydi, bir efsane olarak anılacaktı,

Yok 1915 de ölseydi İngiliz İmparatorluğunu bu uzun savaşa hazırlayan adam olarak tarihe geçecekti.

 Ama o, ölmek için 1916 Haziran ayını bekleyecekti.


Artık savaşın gidişatı ve şartları değişmişti; Avrupa da ki muharebeler kitlenip kalmıştı, Orta Doğu ayrı bir bataklık haline gelmişti, İngiliz halkı seçimde hükümeti değiştirmişti. Artık Lord hazretlerinin sözlerinin Tanrı kelamı kabul edildiği kabine yoktu. Simdi savaşı İmparatorluk Genel Kurmayı idare ediyordu, Kabine ve haliyle Savaş Bakanın pozisyonu ikinci derecedeydi. Ancak bu yaşlı başlı Gaziye de bir yer bulmak lazımdı, çünkü halkın ona olan inancı hala tamdı, ve bu inancı örselemek işlerine gelmezdi.


 Rusya da işler karışıktı Lord oraya gitse-uzun süreliğine- ve Rus ordusuna vaziyet etse, ne bileyim danışmanlık falan yapsa olma mıydı?

KITCHENER, 2 Haziran da kendisini götürecek gemiye binmişti. Kuzey denizi üstünden yol alacaklardı.


Donanma subayları hava şartlarının zorlu olduğu raporunu iletmişlerdi. Ama Lorda kardeşe sunarken-önemsizmiş- gibi davranılmıştı. Daha da beteri Donanma istihbarat servisleri gizli bir Alman mesajını deşifre etmişlerdi; U75 numaralı Alman denizaltısına gönderilen bu emre göre denizaltı, Lordun bindiği savaş gemisinin güzergahına mayın döşeyecekti.


Ne var ki kimse bu hayati bilgiyi Herbert Kıtchenere e iletmemişti. Gemi mayına çarpacak ve batacaktı. 737 kişi ölürken toplam 17 kişi tamamen tesadüf eseri kurtulmuştu. Anlattıklarına göre Mareşal, sandala binmesi için yapılan tüm tavsiyeleri ve yalvarmaları dinlememiş, kaptan köşkünde öylece beklemişti.


Bir Amiral olmamasına rağmen bir gemici gibi asilce ölmesini bilmişti.

Son söz: İngiltere bütün bu olup biteni ta 1985 senesinde ilgili evrakın kamuya açılması sonucu öğrenecekti.