Atalarımız, “Yokluk ve yoksulluk insanı namerde muhtaç eder”! derler. 

Ama bir şey daha var.

Acımasız hatta insafsız bazı politikacılar, yokluğu ve yoksulluğu fırsat bilip inançlı ve imanlı insanları kendi çıkarları için “kategorize” eder! 

Şöyle ki:

Kimileri; din adına şeriat bileşenlerini temsil eden tarikat, cemaat, vakıf ve tekkelere giderek hoca, hacı ve Şeyh'e teslim olmak zorun da kalırlar.

Mesela, Devletin birinci görevi kız ve erkek öğrenci yurtları açmaktır. Ama açmıyor!

Nedenine gelince;

Kendi çocuklarını yurt dışına eğitim için gönderirlerken, fakir, fukara ve yoksul aile çocuklarını ilimden, fenden, edebiyat, fizik ve matematikten uzak, cemaatlerin pençesine düşürmek ve kendilerine sözde din adamı özde arka bahçelerinde geleceklerini sağlamlaştırmak için kul ve köle yetiştirmek.

1950 yıllarında gelen Adnan Menderes ile başlayan ve ve 12 Eylül cuntasının desteğiyle daha da güçlenen cemaat ve tarikatlar ellerini devletin cebinde çıkarmadan, devlet için de devlet oldular.

Halbuki; Laik Türkiye Cumhuriyeti kurucusu, Müslüman dinini cahil ve yobaz takımından kurtarmak için 30 Kasım 1925 tarihinde çıkarılan yasaya göre cemaat ve tarikat yapılanması veya faaliyet göstermeleri yasak olmasına rağmen hem devleti idare eden iktidar hem de bu cemaat ve tarikatlar açık ve seçik suç işliyor.

Cemaat ve tarikatlar her ne kadar AKP döneminde ete kemiğe bürünmüş olsalar da 1947 yılından sonra gelmiş ve geçmiş tüm iktidarlar Şeriat yanlısı, laiklik düşmanı olan tarikatçı cemaatleri destekleyerek bu günlere gelmesini sağlamışlardır. 

Din, iman, Kuran, ahiret ve kabir edebiyatı bahane edilerek devlet içinde devlet olan, 8 bakanlığa eş değerde yıllık 35 Milyar bütçeleriyle, fakir aile çocukları ile adeta şeriat ordusu kormuş durumdalar.

Bazıları ise; laik ve hür olmayı seçerek, özgür iradeleriyle dindar, ateist ve deist olmayı seçerek, sormayı, sorgulamayı, araştırmayı, özgürlük ve eşitlik başta olmak özere demokrasiden yana dil, din, ırk ve renk ayrımı yapmadan, bütün dünya insanlarına aynı gözle bakan, yoksulluğu kader veya mukadder olarak kabullenmeyen, yenilikten ve bilimden yana olmaları nedeniyle sol ve sosyalist düzeni benimsemiştirler.

Yani; bizim insanlar fakirleştikçe dine sarılıyor. Zenginlerde zenginleştikçe insanları kul, köle ederek geleceklerini garantiye almayı seçiyorlar. 

Aşağıdaki tabloya baktığımızda laik olmayan, din baskısı altında idare edilen Müslüman ülkelerin durumları vahim ve içler acısıdır.

Dünyanın En Fakir 50 Ülkesinin 32’si Müslüman ve 32 Ülkenin Devlet Başkanlarının tamamı Dünyanın En Zengin 500 kişinin arasında olması seküler veya laik olmamasından kaynaklanmaktadır.

Yani; Yoksul ve eğitimsiz insanları örgütleyerek kendi çıkar ve menfaattarı doğrultusunda yönlendirip yönetmek, yedi göbek sülalelerini zenginleştirmek, fakir fukaranın hakkını yiyerek daha çok zengin olmaları Kutsal dinimizi kullanan ülkelerin tamamı tek adam rejimidir.

Ne demişti çağımızın büyük ozanı Mahsuni Şerif “Milletin sırtından doyan doyana” … 

Ne yazık ki! Dün böyleydi, bugünde aynen devam ediyor, fatura her zaman olduğu gibi yine fakir fukaraya kesiliyor.

‘Bu adaletsizlik ne zamana biter’ diye sorarsanız?

Türk ve Müslüman ülke milletlerinin eğitim seviyesi yükseldiğinde…