AMA SEL OLURSA DA YAŞANMAZ…Pigme atasözü.

Darwin zavallı yobazların sevmediği bir kişidir. Bir gün ona sormuşlar;

‘yahu maymun ile insan arasında onca fark var, illa ki arada başka yaratıklar olmalı!’

Üstat cevap vermiş:

 ‘e, biz varız ya!’

 bazılarına göre de;

 ‘e , siz varsınız ya!’ demiş.

Karadeniz bölgesinde ki yağmurun yol açtığı facianın resimlerini görünce ….

Ne diyeyim.

 Biz, her nedense yasaklanan 30 Ağustos üstüne birkaç kelam edelim. Malum, covid-19 nedeniyle yasaklandı ya, hani necip kavmin çocuklarını sağlıklı tutmak için...Yalaka tayfası öyle diyor…

Ayasofya da binlerce kişi burun buruna namaz kılabilir, aynı işi Kariye de yapabilir, falan amma 30 Ağustos kutlanamaz…

Neden ..

E öyle!!!

Kurtuluş savaşını anlatır veya yazarken tarihimiz hezeyanlar arasında gider gelir. Bir taraf abartır, fesli serseri tipliler ise küçümser.

Kuşkusuz bu mütevazi satırların işi o büyük destanı analiz etmek değildir. Ama bu konuda merak duygusunu biraz kaşıyabilirsek, amaca ulaşmış sayarız.

Sakarya savaşı , askeri tarihçilere göre, aslında Fevzi paşanın iradesiyle kurtarılmış bir kapışma imiş. Zaten daha sonra Gazi Paşamızın kadim dostu Karabekir paşa bile bu savaşta ki bazı zafiyetleri eleştirmişti. Ancak bu tür işler her savaşta olur ve sonunda kazanana bakılır. Ve elbette ki kim başkomutan ise zafer de yenilgi de ona mal edilir. Sakarya savaşı Türk komuta sistemi içinde bazı arızalar olsa da sonunda bizimkiler tarafından kazanılmıştır. 22 gün , 22 gece süren bu kanlı savaşın en iyi özetini Gazi paşamız yapacaktı;

 ‘1683 , Viyana ile başlayan geri çekilmemiz burada durdurulmuştur!’

30 Ağustosa giden yol ise tamamen Gazi Mustafa Kemal paşanın becerisi ve öngörüsü… Çünkü Türk ordusunun bu son zaferi planlanırken komuta sisteminde pek çok farklı görüş var. Üstelik Paşadan farklı düşünenler az-buz adamlar değil.

Kısaca bakalım:

Ankara da mücadelenin başından beri var olan Meclis muhalefeti daha da bir keskinleşmişti. Paşanın eski müttefikleri yollarını ayırmanın yolunu arıyorlardı. Türk ordusu büyük bir taarruz ile düşmanı yurdumuzdan atabilir miydi? Bazılarına göre bu bir hayaldi. Kara Vasıf adında bir eski asker ;’olamaz, biz iki asırdan beri taarruz hareketi yapamadık, şimdi de yapamayız! Diye ortalığı velveleye veriyordu. Ona inanalar ve hatta bu talihsiz sözleri alkışlayanlar vardı.

 Taarruz planı olağanüstü riskler taşıyordu. Her ne kadar Sakarya da yenilse de Yunan ordusu Batı Anadolu’yu elinde tutmak ve eğer şartlar müsait hale gelirse önce bir ateşkes sonra da bu fiili durum üstünden barış masasına -belki- oturabilirlerdi. Atina da sıkıntılı günler yaşanıyordu. Yunan halkı ve ordusu ikiye bölünmüştü. Hükümet Batı Anadolu da tutunabilir miydi? Hükümet ise tüm varlığını bu kumara yatırmıştı, koltuklarını korumanın yegane yolu savaşı sürdürmekti. Anadolu savaşını o güna kadar yürüten tecrübeli kurmay subaylar geri hizmetlere çekilmiş, ve Yunan ordusu başkomutanı Papalos istifa etmişti. Yerine oldukça eksantirik bir adam olan Hacıanesti getirilecekti.

Bizimkiler ise hala planın -olabilirliğini- tartışıyorlardı Kurt kapanı denen bu plana göre Türk ordusu oldukça engebeli bir dağ sırasına sahip olan Afyon’un güneyinden yirmi km. genişliğinde ki bir cephe hattından yüklenecekti. Bölge yalnızca arazi olarak bir taarruz harekatına elverişli olmadığı gibi Yunan savunmasının en kuvvetli yeriydi. Haliyle tecrübeli paşalar bu saldırının akıbeti hakkında kuşkular taşıyorlardı, Durum böyle kalsa ve bundan sonrasını siyaset yoluyla hal etseler olmaz mıydı?

İki ordu halinde tertiplenen  saldırı gücüne komutan dahi bulunamıyordu. Esas vuruşu yapacak olan Ali İhsan Sabis, iflah olmaz bir Mustafa Kemal karşıtıydı. Ayrıca İsmet paşayı kıdemce düşük görüyor ve onun emri altına girmeyi içine sindiremiyordu. Fevzi paşa bile bu aksi adamı ikna edemiyordu. Sonunda Ali İhsan hiç olmadık şeyi yapmaya kalkacak ve kendine sadık subayları er kıyafeti ile askerin arasına salarak

‘Bizi bu badireden ancak Ali İhsan paşa kurtarabilir!’ propagandası yaptıracaktı. Mustafa Kemal o ana kadar oldukça sabırlı davranmıştı. Ama bu kadarı da fazlaydı, adamı anında görevinden alacaktı.

İyi de şimdi bu orduya komutan bulamıyordu. Karabekir paşa dahi henüz Doğu sınırlarının güvenli olmadığı gibi pek de geçerli olmayan bir bahaneyle görevi ret etmişti. En açık sözlü çıkan Refet paşa olacaktı. ‘ o cephe yarılamaz, tut ki yardık, İngiltere araya girer gene geri çekilmek zorunda kalırız, üstelik kazandığımız ne varsa kaptırırız!’ diyecekti.

Muhafazakar düşüncelerinden dolayı diğer komutanlardan ayrı düşmek adına ısrarla sakalını kesmeyen ve bu yüzden ‘Sakallı Nurettin paşa’ olarak anılan Nurettin paşa o aralar Merzifon da yedek ordu komutanıydı. Bölgede oldukça sert tedbirler almasıyla ünlüydü. Özellikle de İsevi halka karşı..

Ama asker gibi askerdi, teklif gittiğinde  ‘İsmet paşanın emrinde iftihar ve itaat ile çalışırım!’ demişti.

Birinci Ordu komutanı bulunmuştu ama bu sefer de İkinci ordu komutanı Yakup Şevki paşa plana olan itirazını resmi kanallara dökmüştü. Yakup Şevki paşa tüm komutanların en kıdemlisi ve tecrübelisiydi. Mustafa Kemal bile ona ‘hocam’ diye hitap eder, saygıda kusur etmezdi.

Adamın söyledikleri oldukça da mantıklıydı: Yunan mukavemet merkezlerinin çok kuvvetli olduğunu vurgulayarak ‘eğer’ diyordu, ‘taarruz 24 saat içinde düşmanın ana cephe hattını yaramaz ise yedekte bekleyen Yunan takviye kolordusu yetişir ve bizi geri atar’

Peki ne yapalım dediklerinde ‘merkezden saldıralım, geri çekilirse takip ederiz, olmadı durur bekleriz!’

Boş laflar değildi bunlar, adam koca bir orduya olmadık bir çark hareketi yapacaksınız ve düşman bunu tespit etmeyecek, dedikleri doğruydu bazı birlikler o kıraç toz toprak arazide 100 kmye yakın güneye hareket edecekti. O günün Anadolu coğrafyasında böyle bir trafiği gizlemek çok zordu, hatta imkansızdı. Düşünün sevgili okuyucu binlerce asker ve hayvan kmlerce güneye akacak ve Yunan ordusu bunu takip edemeyecek.. Yakup Şevki paşanın uzun gölgesi harekatın üstüne düşmek üzereydi.

Devamı haftaya…