Fransa 1940.

Paris’te iki arkadaş konuşuyorlar;

‘İşittin mi geçen gün bir Yahudi bir NAZİ’nin yüreğini yemiş!’

Diğeri ‘Olamaz’ demiş, ’Sosyal medya uydurmasıdır’, diye devam etmiş. Arkadaşı ‘Neden’ diye merakla sormuş

‘İki nedeni var:’

‘İlki;’

‘Yahudiler domuz yemez!’

‘İkincisi’

‘Bir NAZİ’nin kalbi yoktur.’

Fransız ordusu yenilmişti ama Fransız yaşam biçimi yenilmemişti. Ve o yaşam biçimi işgalci Almanları yakında kendine benzetecekti. Bu olay tarihte ilk kez olmuyordu.

Yani;

YENİLENLERİN YENENLERİ ESİR ALMASI..

Paul Leon Colette 21 yaşındaydı, ülkesine olanları görmek ve anlamak için daha da yaşlı olmasına gerek yoktu. Paul, ucuz bir çocuk değildi. Yalamalıktan nefret ederdi. Daha önceden herhangi bir siyasi hareketin içinde yer almamıştı. Ama memleketinin boka batmak üzere olduğunun da farkındaydı.

Yenilgiden sonra direnişe katılmak istemişti ama ortada bir organize direniş harekatı yoktu. Kendi başına bir şey yapmayı denemek tek seçenek gibi görünüyordu.

Bir takım kalın kafalı Fransızların ne alakaysa anti-Gomonist bir lejyon kurmaları üzerine bu birliğe katılmayı planlamıştı. Derdi memleketini satanlarla bir ara yüz yüze gelme fırsatını değerlendirmekti.

Bu fırsat hiç beklemediği bir anda belirivermişti. İşbirlikçi hükümetin başbakanı Pierre Laval ve şürekası bu birliğe bir sürpriz ziyaret gerçekleştirmişlerdi. Paul üstünde 6.35’lik bir tabanca taşıyordu.

Ziyaretçi ekibi mermi yağmuruna tutacaktı. Silahın küçük çaplı olması sayesinde başbakan yaralanmış ama hayatta kalmıştı, diğerleri de öyle.. Bu VIP heyete haliyle Almanlar da eşlik ediyordu.

Paul suikast girişimi sonrası derhal tutuklanmıştı. İlk sorgusunda ‘birkaç haini olmazsa birkaç Almanı öldürmeyi’ planlandığını açıkça anlatmıştı. Yargıçlar ifadeyi alırken yazılı tutanağa ‘Almanlar’ ibaresini özenle koymayacaklar. Ve çocuğa;

‘Fransız vatan severi isen Fransa yasalarına göre yargılanmalısın değil mi evladım o halde neden Almanları karıştırıyorsun, o zaman Alman yasalarına göre yargılanırsın anladın mı benim eşek evladım’ falan diyerek çocuğu Alman polisi ünlü Gestapon’un elinden kurtarmışlardı. Gestapo ne kadar ısrar etse de tehditler yağdırsa da ateşkes anlaşması gereğince bu suç Fransa’da bir Fransız’a karşı bir başka Fransız tarafından işlenmişti ve Fransız yargısı tarafından karara bağlanacaktı.

E hakimler de hakim idi kukla değil, onlar işgal yasalarının uşağı değil, efendisi olmak zorundaydılar.

Paul ölüme mahkum edildi, Devlet Başkanı Petain cezayı beklendiği gibi müebbette çevirdi.

Paul savaşın sonunda her ne kadar Nazi ölüm kamplarından birine gönderildi ise de kefeni yırtmıştı.

1995'te öldüğünde tabutunun üstünde ki yastıkta ünlü Fransız nişanı ‘Legion dö Honore’ duruyordu.

Pierre Laval iki kurşunla yaralanmış olmasına rağmen -o gün- ölmeyecekti ama hastanede bir yakınına ettiği laflar kendi kaderini ne kadar isabetli tahmin ettiğini gösterecekti:

‘Bu iki kurşun beni bekleyen on kurşunun ilk ikisi!!’

(Kurşuna dizme mangası on askerden oluşur)