
Binali Efe
Orta Doğu’da bitmeyen hesaplaşma
Emperyalizm, işbirlikçilik ve Müslüman coğrafyanın çöküşü
Ortadoğu, insanlık tarihinin en kadim medeniyetlerine ev sahipliği yapmış, bereketli topraklarıyla uygarlığın beşiği olmuş bir coğrafya. Ancak son yüzyılda bu topraklarda barıştan ziyade çatışma, kalkınmadan ziyade yıkım hâkim. Bugün gelinen noktada, Orta Doğu ülkeleri adeta küresel güçlerin oyun sahasına dönüşmüş durumda. Ne yazık ki, bu oyunda Müslüman ülkeler figüran olmanın ötesine geçemiyor.
Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail’in uzun vadeli bölgesel stratejileri, yalnızca askeri müdahalelerle değil, aynı zamanda siyasi mühendisliklerle şekilleniyor. "İkinci Yüzyılın Ortadoğu Projesi" adını verebileceğimiz bu plan, yalnızca dış müdahalelerle değil, içeriden destek bulan bir teslimiyetle tıkır tıkır işliyor. Libya, Irak, Suriye derken şimdi sıranın İran'a geldiği aşikâr. Belki de bir sonraki hedef Türkiye olacak.
Mesele şu ki, emperyalist devletlerin çıkar ve menfaat uğruna her yolu meşru gören stratejilerini anlamak zor değil. Asıl anlaşılması güç olan, bu stratejilere gönüllü ortaklık eden Müslüman yönetimlerdir. Suudi Arabistan gibi Körfez monarşileri Batı'nın çıkarlarını bölgesel politikalarının merkezine koyarken, Mısır gibi ülkeler de adeta İsrail'in güvenlik taşeronu haline gelmiş durumda.
Ortadoğu’da birkaç milyonluk bir İsrail nüfusu, milyarları bulan Müslüman toplulukları parçalara ayırabiliyor. Bu durumun tek açıklaması askeri ya da ekonomik üstünlük değil. Sorun, derin bir zihinsel ve yapısal çöküşle ilgilidir. Zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına rağmen, Müslüman ülkeler kendi aralarında siyasi birlik oluşturamıyor; aksine mezhep farklılıkları üzerinden birbirlerine karşı konumlanıyorlar. Bugün İran’a yönelik dış baskıların karşısında, birçok Sünni ülke sessiz kalmayı tercih ediyor. "O Şii, bizden değil" anlayışı, emperyalist çıkarların işini kolaylaştırıyor. Ancak unutulmamalı ki, sıra bir gün herkese gelir.
Bu coğrafyada din kisvesi altında sahtekârlar türemiş, halklar ilim ve bilimden uzak tutulmuştur. Eğitimli, sorgulayan bireyler yerine, kaderciliğe mahkûm edilmiş kitleler yaratılmıştır. İslam dünyasında hâlâ ahiret hayatında kaç huri alınacağına dair tartışmalar bilimsel ilerlemenin önüne geçmişse, o toplumlar kendi sonlarını hazırlıyor demektir.
Sorun sadece dış politikada değil, iç yapıda da derinleşmektedir. Demokratikleşemeyen, laik ve özgürlükçü hukuk devletini kuramayan ülkelerde; krallıklar, diktatörlükler, otoriter rejimler halkların iradesini temsil edemez. Bu nedenle Ortadoğu halkları, emperyalizmin piyonları haline gelen yöneticileriyle birlikte tarihsel bir hezimet yaşıyor.
Artık yeni bir yol haritasına ihtiyaç var. Bu harita, dinin kişisel alanda yaşandığı, yönetimlerin halk iradesiyle belirlendiği, hukukun üstünlüğünün tesis edildiği laik ve demokratik cumhuriyetlerden geçiyor. Aksi takdirde bugün İranın yaşadığını yarın belki türkiye’de yaşaya bilir!
Mesele “Sarı öküze” sahip çıkmaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.