2001 sonrası Türkiye’sine bakınca, sadece siyasi tercihlerimizin değil, toplumsal hafızamızın da sınandığı uzun bir döneme tanıklık ediyoruz. Bu dönemin en çarpıcı özeti belki de şu cümlede saklı: “Biz de kandırıldık.” Ama biz değil sadece; ülke olarak aldatıldık, inandırıldık, yönlendirildik.
“Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanıyım” sözüyle başlayan süreçte, “İsterlerse papaz elbisesi bile giyerim” diyen bir lider profili gördük. Laiklikle bağdaşmayan açıklamalar, Cumhuriyet’in kurucu kadrolarına yöneltilen küçümseyici ifadeler ve milliyetçiliğin “ayaklar altına” alınışı, toplumun değerleriyle adeta alay eden bir siyasetin işaret fişeğiydi.
Şehitlere “kelle” denmesi, çocuklara okutulan Andımız’ın kaldırılması, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) zayıflatılması, eğitim sisteminin yazboz tahtasına çevrilmesi… Hepsi hafızamıza kazınan olaylar olarak önümüzde duruyor.
Suriye politikası ise sadece dış ilişkilerde değil, iç siyasette de toplumsal dengeleri sarstı. “Şam’da namaz kılacağız” söylemiyle başlayan bu macera, ülkeye milyonlarca göçmeni getirirken İsrail’in Golan Tepeleri’ni işgaline kadar giden bir zincirleme etkiler yarattı.
Ekonomide de tablo iç karartıcı: Emekli geçinemiyor, çiftçi üretemiyor, hayvancılık bitmiş, ithal et sofralarımıza “helal” etiketiyle sunuluyor. “Yerli ve milli” iddiasıyla başlayan serüven, ithalata, borca ve üretimden kopuşa dönüştü.
Bugün yaşadığımız her şey, sadece siyasi tercihlerimizin değil, sorgulama yetimizin de bir testiydi. Artık kandırılmış olmaktan fazlası var ortada: İradesi çalınmış bir toplum ve suskunlukla beslenen bir düzen.
Kandırıldık mı? Evet. Ama kandırılmaya devam etmek artık bir tercih meselesidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.