
Binali Efe
Göç Politikalarında Almanya ve Türkiye
Akıl mı, Duygu mu?
Dünyada göç politikalarını belirlerken temel iki yaklaşım vardır: İlki, reel politika ve devlet aklıyla hareket edenler; ikincisi ise duygusal saiklerle ve plansız biçimde göç dalgalarına kapılanlar.
Almanya gibi köklü devlet geleneklerine sahip ülkeler, bu süreci sosyo ekonomik sürdürülebilirlik, ulusal güvenlik ve toplumsal uyum ekseninde yönetirken, Türkiye’de ise göç meselesi sık sık ideolojik yaklaşımlar ve duygusal refleksler üzerinden ele alınıyor.
Bugün Almanya’da sığınma ve göç politikaları, önceden belirlenmiş hukuki kriterler ve sosyal entegrasyon çerçevesinde şekillendirilir. Ülkeye kimlerin kabul edileceği, hangi koşullarda oturum alacakları ve topluma nasıl entegre olacakları sıkı bir denetim mekanizmasıyla kontrol edilir.
Almanya, kendi vatandaşının ekonomik refahını, güvenliğini ve kültürel dokusunu göz önünde bulundurarak karar alır.
Göçmenlerin eğitim seviyesi, mesleki yeterlilikleri ve topluma adaptasyon kapasiteleri gibi kriterleri dikkate alarak bir seçilim yapar. Çünkü medeniyet varsa, farklı inançlardan insanlar uyum içinde yaşayabilir; ancak medeniyet yoksa, ortak din veya etnik köken bile çatışmayı engelleyemez.
Türkiye’de Göç: Akılcı Plan mı, Duygusal Körlük mü? Türkiye’ye baktığımızda ise yüzyıllık modernleşme sürecine rağmen, devlet aklıyla hareket etmek yerine, göç politikalarının ideolojik ve duygusal bir zeminde şekillendiğini görüyoruz.
Göçmenlerin topluma entegrasyonu, ekonomik yükleri veya sosyal dengeler üzerindeki etkileri hesaba katılmadan, “insanlık” söylemi üzerinden plansız ve kontrolsüz bir kabul politikası yürütüldü.
Türkiye’de hâlâ belirli bir kesim, devlet yönetimi hislerle değil, akılla sürdürülebileceğini kavrayabilmiş değil! Aynı dinden diye medeniyet görmemiş, hukukun üstünlüğünü içselleştirmemiş ve demokrasi kültürüyle tanışmamış milyonlarca insanın ülkeye yerleştirilmesini adeta bir fazilet gibi savunuyorlar. Ancak bu göç dalgasının ekonomik, toplumsal ve kültürel boyutları göz ardı ediliyor.
Bugün Avrupa’nın en büyük sorunu olarak gördüğü kontrolsüz göç, Türkiye’de ise bazı çevreler tarafından bir “yardım misyonu” gibi sunuluyor. Oysa bu, ülkenin sosyal huzuruna ve milli kimliğine yönelik en büyük tehditlerden biri.
Almanya gibi devletler, göç politikalarını akıl ve öngörüyle oluştururken, Türkiye’de bu süreç saf duygusallık ve yanlış olaraak insani refleksler üzerinden yönetildi.
Bir devletin geleceği, sadece bugünü düşünerek değil, yarını öngörerek inşa edilir. Göç gibi büyük çaplı toplumsal değişimlerin, devlet aklıyla yönetilmesi gerekir.
Almanya, millî menfaatlerini koruyarak göçü şekillendirirken, Türkiye’de hâlâ göç politikaları ulusal çıkarlar yerine, duygusal tepkilerle belirleniyor. Bir ülke, hislerle değil, akılla yönetilir. Türkiye’nin geleceği, duygusal hamasetle değil, akılcı planlamayla korunmalıdır. Ne mutlu, vatanını akılla sevene!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.