Şu günlerde yurdumuzun üzerine bir karabasan gibi çöken ekonomik krizin pençesinden kurtulmak için çırpınırken, yapay olarak öne çıkarılan Yargı krizinin hukuksal yönü yeterince tartışıldığı için bunları geçip, anlam ve nedenlerine ilişkin düşüncemizi değerli okurlarla paylaşmak isteriz.

Anayasanın Yeri ve Önemi

Öncelikle şunu belirtelim ki Devletin siyasal ve yönetsel yapısını, yönetim biçimini, devlet organları arasındaki ilişkileri, insan hak ve özgürlükleri ile bunların korunmasının yol ve yöntemlerini düzenleyen temel hukuk kurallarını içeren ve Kanunlar Dizgesi/Hiyerarşisi içinde en üstte yer alan, deyim yerindeyse, Devlet’in Başının Taç’ı olan Anayasamızın, ‘Anayasanın Bağlayıcılığı ve Üstünlüğü’ başlığını taşıyan 11/1. maddesinde aynen, “Anayasa hükümleri yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır” denilmektedir.

Herkes için bağlayıcı bu kural da gösteriyor ki demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti içinde yer alan Cumhurbaşkanlığı makamı da dahil tüm organ, makam, kurum ve kuruluşlarla, gerçek ve tüzel kişiler; AY(Anayasa) hükümlerine toplumsal yaşamın bir gereği olarak, beğenmese de kesinkes uymakla zorundadır.

Bu zorunluk, AY’nın metninden sayılan ‘Başlangıç’ bölümünün sonunda da belirtildiği gibi “TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN demokrasiye aşık Türkevlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur” denilmesi, saygın yurttaşlarının da bu emaneti korumasının namusu ve şerefi sayılması karşısında, hiç kimsenin ‘Ben bu Anayasayı tanımam da uymam da…’ diye tafra atmasına hakkı da yoktur haddi de…             

Ne yazık ki günümüzün az gelişmiş göçebe devletleri ile Orta çağın kabile devletlerinde rastlanan bu zihniyete, bizim yaygın medya ile yüksek yargı organları, hatta devletin tepelerinde bile rastlanmasından büyük kaygı ve üzüntü duyduğumuzu ve esefle karşıladığımızı da burada belirtmek isteriz.

Anayasaya Darbe

Anayasaların devlet yaşamındaki yeri ve önemine değindikten sonra, AYM ile Yargıtay 3. Ceza Dairesi arasında ortaya çıkan krizin nedenini daha iyi anlamak için AY’nın 153. maddesinin ilk fıkrasında, “Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir”, son fıkrasında da “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayınlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” kuralı ve yine ‘Uyuşmazlık Mahkemesi’ başlığını taşıyan 158/son fıkrasında “Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi kararı esas alınır” buyruğu karşısında, iki yüksek Mahkeme arasında görev konusunda uyuşmazlık çıkması durumunda bile AYM kararının geçerli olacağına kuşku yoktur.

Krize neden olan olayda AYM, cezaevinde hükümlü bulunduğu sırada TİP’den milletvekili seçilen kişinin hak ihlali yapıldığı gerekçesiyle ‘Bireysel Başvuru’ davası üzerine 6/9 oyçokluğu ile verdiği Hak İhlali kararının gereği yapılmak üzere dosyasının gönderildiği yerel mahkemece hükümlünün olası mağduriyetini önlemek için derhal tutukluluğunun kaldırılıp salıvermesine ve yerleşik uygulamalar doğrultusunda Yargılamanın Yenilenmesine karar vermesi gerekirken, her nedense bunu yapmayıp dosyayı Yargıtaya göndermesi, Yargıtay 3. Ceza Dairesinin de hukukta yeri olmayan tutarsız gerekçelerle AYM’nin hak ihlali kararına uymayacağını, bu kararı veren üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasına ve kararın bir örneğinin de TBMM’ne de gönderilmesine karar vermesiyle ortaya çıkan Kriz; bir Yargı krizinden öte, 2002 Yılından beri AKP iktidarınca sessiz ve derinden sinsice yürütülen yerli ve milli Laik Cumhuriyetimizin, Ordumuzun, Eğitimimizin, Kültürümüzün, Sanatımızın, Ekonomimizin, Tarımımızın ötekileştirilip Türk ulusuna yabancılaştırılması sırasında da yaşanan Devlet Krizidir ki buna, ‘doğrudan Anayasaya karşı, yargı eliyle yapılmış bir darbedir’ de diyebiliriz.

Krizin Nedeni

İnsan hak ve özgürlüklerin en sağlam güvencesi olarak görüp saygı duyduğumuz yüksek yargı organları arasında bugüne dek görülmeyen bu olağan dışı Krizin asıl nedeni, iktidarca ileri sürüldüğü gibi Anayasal ilke ve kuralların, laik ve demokratik devlet geleneklerinin yetersizliğinden değil; ancak Siyaset, Ordu/TSK ve Eğitimin dinselleştirilmesi sonucu ayrık otları gibi türeyen, suç duyurusunda bulunurken suç işlediğini bile fark edemeyen yeni yetme; bilisiz, niteliksiz, yeteneksiz yandaş Gugugçuların, bir 'Gece Yarısı Yasası' ile yüksek yargı organlarına ve Devlet'in deneyim ve yetenek isteyen orun yerlerine atayanlar ve atananlar olduğunu, diğer devlet kesimlerinde yaşanan krizlerde de bunların parmağı bulunduğunu esefle söyleyebiliriz. Gugugçularla devlet yönetmek de böyle olurmuş zahir!..

Son olarak şunu da belirtelim ki uygarlıkların beşiği olan güzel yurdumuz Anadolu’nun kutsal topraklarında yaşayan saygın ve yurtsever halkımızın; gözlem ve deneyimleriyle doğadan öğrendiği üzere koruktan pekmez, kelekten cacık olmayacağı, armut ağacının elma vermeyeceğini bildiği gibi dinsel doğmalarla, hurafelerle, kumpaslarla, niteliksiz kişilerle çağdaş bir devletin yönetilemeyeceğini de bilir. Bunları bildiği gibi herkesi kör alemi sersem sanan ve krizi ranta/getirime çevirmek için fırsat kollayan kimi aymazların da AYM’nin kapatılması ve yeni bir Anayasa yapılmasını topluma dayatmalarındaki asıl amacın, laik ve demokratik Anayasal düzeni silbaştan değiştirip kendi iktidarlarını sürekli kılacak Anayasasız, dinsel (teokratik) bir düzen kurmak olduğunu da bilecek, tercihini de buna göre yapacaktır elbet!