Cumhuriyetimiz, kurulduğundan bu yana 66 hükümet kurulmuş. Ben rahmetli Adnan Menderes’ten sonrası dönemleri hatırlıyorum. En çok da Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel dönemlerini biliyorum. Hükümet ortaklığı yapmış olan siyasi partileri ve liderlerini saysam, Rahmetli Alparslan Türkeş’i, Devlet Bahçeli’yi, Hüsamettin Cindoruk’u söyleyebilirim.


    Saydığım liderler ve parti teşkilatları, ülke yönetiminde söz sahibi olmuşlar. Bu hükümetlerden sadece İsmet İnönü başkanlığındaki hükümet TBMM meclisinden oy birliği ile güven oyu almış. Diğer hükümetler sayısal çoğunlukla güven oyu alabilmişler. İsmet paşa bir dönem aradan sonra yine seçilmiş ve üçüncü defa hükümeti kurmuş.


    Daha sonra en çok hükümet kurmayı 5 dönem olarak, Süleyman Demirel başarmış. Suat Hayri Ürgüplü gibi, Nihat Erim, Ferit Melen, Naim Talu ve Sadi Irmak gibi kısa dönem hükümetlerimiz de olmuş. Sonraları Turgut Özal, Tansu Çiller, Necmettin Erbakan, Mesut Yılmaz, ülke yönetiminde söz sahibi olmuşlar. Türkiye’yi dışarıyla barıştıran politikalarıyla ve serbest ekonomiye geçişi sağlayan Turgut Özal ile başlayan süreçte ekonomik canlanmaya şahit olmuştuk. Her ne kadar siyasi yasaklar dönemiyle boşalan siyaset arenasının avantajıyla iktidar olsa da Özal’ın şimdilerde ortada olmayan Devlet Planlama Teşkilatı’ndan yetişmiş olması, ülkeye katkılar koymuştur.


    Benim jenerasyonun hafızasında en çok Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Alparsan Türkeş ile Necmettin Erbakan dönemleri kalmıştır herhalde. Hepsinin ayrı dünya görüşü, ayrı ekonomi anlayışı ve de özel politikaları vardı.


    Sonraları kurulan Abdullah Gül, R. Tayyip Erdoğan, geçici Ahmet Davutoğlu ve Binali Yıldırım hükümetlerini yaşadık. 2018’den beri yeni sistem olan başkanlık sistemiyle yönetiliyoruz.


    Türkiye Cumhuriyeti’nde bu kadar çok hükümet değişimi için demokrasinin gereğidir diyenleriniz olduğunu duyar gibiyim. Benim şahit olduğum sürtüşmeler, seçim sandıklarındaki olumsuzluklar, algı operasyonları, basının taraftarlığı, kendi partisinden ve dünya görüşünde olmayanlara karşı yapılan suçlama ve hakaretler, bana göre demokrasi olamadı.


    Türkiye’nin Orta Doğu, Asya ve Avrupa arasındaki sıkışmış konumu itibariyle, komşuları ile alakalı politika üretmesinin zorluğunu göz önüne alırsak ve de gelişmiş ülkeler düzeyinde bir ekonomik rahatlığa ulaşamadığımızı da düşünürsek, herhalde daha çok hükümetler görürüz.


    Sık sık Hükümet olmak ‘ateşten gömlek’ denir. Geçmişimize baktığımızda bu gömleği çıkaranlar da oldu, bu gömleğin yaktıkları da oldu. Türkiye şartlarında hiçbir hükümet milletimizi mutlu edememiştir. Yani, demokrasimiz ihtilallerle, ihtilal teşebbüsleriyle, kalkışma hareketleriyle ve de en zararlısı iktidar olanların muhalefetin tüm projelerini, çalışmalarını önleme tutumuyla iki ileri bir geri gider olduk. Tabi muhalefette durmayıp, iktidarın yaptıklarını, iyi olan projeleri dahil önlemeye çalışması da çok olmuştur. 


    Başka ülkelerde olan biteni ajanslardan takip edebildiğimiz kadarıyla, iktidarı kaybedenler veya iktidardan indirilenler, ülkelerinden kaçanlar, başka ülkelere sığınanlar, ölümle cezalandırılanlar hep hafızamızda yer etti.


    Demek ki, ülke yönetmek kolay değil. Dış dünyayla iyi ilişkiler kurup sulh temin etmek hiç kolay değil. Siyasi hırslarına, yüksek egolarına kapılmadan siyaset yapmak kolay değil. Önce ülkem diyerek siyaset yapmak ve buna toplumu inandırmak artık hiç kolay değil.


    Son birkaç yıldır birçok yeni partiler kuruldu. Yeni fikirleri olanlar olduğu gibi, koltuk sevdalarını tatmin etmeye çalışanlar da var. Ülke yönetecek kadroları var mı? Denemeden bilemiyoruz. Orta yaşlarda olsaydım, rahatlıkla 30-40 arkadaş bulur bir parti kurardım. Arkadaşlardan 7-8 iş adamını ikna edince de bütçe sorunu da olmazdı. Ama gömlek yakar mıydı, terletir miydi onu da Allah bilir.