Zaman, görünmeyen bir nehir gibi akar. Ne sesi vardır ne rengi, ama etkisi derindir. Her sabah gözümüzü açtığımızda, ömrümüzden bir gün daha eksilir. Ama bu eksilme, aynı zamanda bir dolma mıdır? Yoksa biz sadece takvim yapraklarını tüketiyor, hayatı yaşamadan mı geçiyoruz?
Modern toplumun ritmi, zamanı hızlandırmış gibi. Sabah telaşı, öğle mesaisi, akşam yorgunluğu… Günler birbirini kovalar, aylar yıllara karışır. Bir bakmışız çocukluk geçmiş, gençlik uzaklaşmış, olgunluk kapıya dayanmış. Tecrübeler birikir, ama çoğu zaman farkına bile varmayız. Çünkü zaman, sessizce alır bizden; bir gülüşü, bir dostluğu, bir fırsatı…
Peki biz zamanı mı yaşıyoruz, yoksa zaman mı bizi yaşatıyor? Belki de asıl mesele, zamanın doluluğu değil, bizim onu nasıl doldurduğumuzdur. Bir gün, dolu dolu yaşanmışsa, bir ömre bedel olabilir. Ama boş geçen yıllar, sadece rakamdan ibarettir.
Zamanın hızlı akışı, bize bir şey öğretmeli: Her an kıymetlidir. Bir kahve sohbeti, bir kitap sayfası, bir yürüyüş… Bunlar zamanın içindeki cevherlerdir. Ve belki de zamanın en güzel yanı, bize hayatı anlamlandırma fırsatı vermesidir.
Saygılarımla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.