Çevremiz, ağacıyla, ormanıyla, florası, faunasıyla ellerimizden akıp gidiyor. Topraklar, sular, deniz kirlendi. Doğa, verilen tahribatın öcünü alıyor. Afetler, seller, su baskınları vs…

Ama tahribat devam ediyor…

Hatta yetmiyor, seçim öncelerinde oy kaygısıyla vatandaşa şirin görünmek için katliamı teşvik eden düzenlemeler müjdeleniyor…

Ama ne müjde…

Sonuçta dere yatağına ev kondurmak zorunda kalan vatandaşa, elektrik, su vs hizmeti verenler ve hükümet eliyle çıkarılan düzenlemeyle can ve mal kaybına sebep olan girişimlerin önü açılıyor…

Ama doğru unutmuşum; Afet, Allah’tan gelir…

Tedbire, önleme gerek yok…

Çevreye duyarlı gelişime gerek yok…

Sahilleri betonlaştıralım…

Kentlere beton kütleleri yığalım…

Tarihi yapıları rezidans yapmak için yıkalım…

Sonra da çıkıp “mega, ultra, dev” proje diye tanıtalım…

Çaya, denizi sokalım…

İçine liman sığmazsa dışına alalım…

Olmadı sahile yapalım…

Doğuyu da unutmayalım…

Eşsiz Lara sahilini katledecek, kent ormanını betonlaştıracak kruvaziyeri getirelim…

Sonra dünyadaki tüm ağaçları iktidarımızın diktiği iddiasıyla çevreci olalım…

E, bu memleket çevre katliamına göz yuman bakanlara çevre ödülü verildiğine bile şahit değil mi…

Ya da en yetkili ağız ‘ihanet ettik’ derken, bakanın onu aklamaya çalıştığını unuttuk mu?

Hayır…

O zaman kim ne yapsın Çevre Günü’nü…

Birileri çevreden, yakın çevresini anlıyor…

Ona bakıyor, besliyor, büyütüyor…

Yeşil denilince aklına dolarlar geliyor…

O yüzden iş yine başa düştü…

Vatandaş korumaya çalışacak; doğasını…

Gerisi boş…

Topraklarımıza, yeşilimize, mavimize sahip çıkacağız…

Ranta ve rantiyerlere rağmen…

Değil mi Çevre ve Şehircilik Bakanım…

Hoş geldin Antalyamıza…