
Hakan Sonok
Kadın bedeni üzerinde söz hakkı isteyen erkekler
Faslı imam Zemzemi tarafından, “Eşler öldükten sonra 6 saat boyunca evli kalırlar, dolayısıyla erkek ölü eşi ile bu 6 saat içinde cinsel ilişki kurabilir” fetvası verilmiş, Muhammed Mursi de Cumhurbaşkanı olduğu dönemde, Mısır’da, bu konuyla ilgili olarak yasa tasarısı hazırlanmasını onaylayarak “Fetva bu neden itiraz ediyorsunuz” demişti. Müslüman Kardeşler’in Mısır’da parlamentoyu paylaştığı Selefiler ile birlikte, dünya tarihine geçecek skandal yasa tasarısını gündeme getirmesine, birçok kadın örgütü tepki gösterilmişti. Ulusal Kadın Konseyi (UKK) ise kadın düşmanı yasaların geçmemesi için parlamentoya başvuruda bulunmuştu...
AYLİN NAZLIAKA: ‘ELİNİZİ KADINLARIN BEDENİNDEN ÇEKİN’
KÜRTAJ, SEZARYEN, NORMAL DOĞUM, YÜKSEK ENFLASYON, REKOR SEVİYELERDE DÜŞEN EVLİLİK VE DOĞURGANLIK ORANLARI TARTIŞMALARI HIZ KAZANDI...
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş,Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu,CHP Genel Başkanı Özgür Özel, CHP Aile ve Sosyal Hizmetlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Aylin Nazlıaka, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı ve Emek Büroları Koordinatörü Gamze Taşcıer, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Temsilcisi Esin İzel Uysal ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu Yürütme Kurulu Üyesi Dr. Ayşe Gültekingil konuyla ilgili ayrıntılı açıklamalar yapma ihtiyacı duydu...
2
"Sevmediğim bir insanla, yalnızca beni rahat ettiriyor diye nasıl kalabilirdim, gerçek o.......puluk bu değil mi? Bana sarıldığı, benimle seviştiği zaman, nasıl yapabilirdim istemeden? Sadece beni rahat yaşatıyor diye..."
Kadının Adı Yok; Duygu Asena (19 Nisan 1946 -30 Temmuz 2006)
3
Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Kürtaj, özünde bir cinayettir”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul'da Uluslararası Aile Forumu'nda dün yaptığı konuşmada kullandığı “Tıbbi zorunluluklar haricinde özünde bir cinayet olan kürtaj, yine aynı çevreler tarafından masumlaştırıldı, sıradan hâle getirildi. Demografik dengemiz maalesef alt üst oldu”
Erdoğan, kürtaj hakkında “Malum odaklar, daha önce de uzun yıllar boyunca nüfus kontrolü ve aile planlaması politikalarının savunuculuğunu yaptı. 1960'lardan itibaren dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi ülkemizde de benzer politikalar uygulandı. Tıbbi zorunluluklar haricinde özünde bir cinayet olan kürtaj, yine aynı çevreler tarafından masumlaştırıldı, sıradan hâle getirildi. Demografik dengemiz maalesef alt üst oldu. Art niyetli politikaların can yakıcı sonuçlarıyla yüzleşiyoruz” diye konuştu.
Erdoğan: Doğurganlık hızındaki düşüşün nedeni asla ekonomik değil... Doğurganlık hızındaki düşüşe değinen Erdoğan, bunun ekonomik sorunlardan kaynaklanmadığını iddia etti...
"Aile"nin küresel emperyalizm tarafından hedef tahtasına oturtulduğunu söyleyen Erdoğan, "Türkiye olarak aileye savaş açan hiçbir ideolojiye eyvallah demeyeceğimizi özellikle ifade etmek istiyorum" dedi.
LGBT+ bireyleri hedef alan Erdoğan, "LGBT denilen sapkınlığın ne derece vahim boyutlara ulaştığını görüyoruz. Sırf LGBT belasını eleştirdiği için sanatçılar, iş adamları, siyasetçiler, bilim insanları linç edilmekte, adeta yaşayan birer ölüye çevrilmektedir" ifadelerini kullandı.
Erdoğan'ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Bugün İstanbul'umuzda insanlığın geleceği adına hayati bir konuyu ele almak üzere bir araya geldik. Uluslararası Aile Forumu'muz hayırlara vesile olsun. Bu forum, aile kurumuna verdiğimiz önemin en somut işaretidir.
Aile, insanlık tarihinin en önemli müesseselerinden biridir. Aile, toplumun yapı taşıdır. Aile, yeri doldurulamayacak derece mühimdir, değerlidir, kutsaldır. Hz. Adem babamız, Hz. Havva validemizden beri aile vardır.
"KÜRESEL EMPERYALİZMİN AİLEYİ HEDEF TAHTASINA KOYUYOR"
Kadın ve erkekten oluşan aile müessesesi insan neslinin devamı için de vazgeçilmez yere sahiptir. Aile, en korunaklı limanımızdır. İstikbalimizin teminatı olan çocuklarımızın ilk eğitimini aldığı bir yuvadır. Ailenin çöktüğü yıprandığı her toplum çürümeye ve berhava olup gitmeye mahkumdur. Aileye yönelik her türlü saldırıya karşı koymak hepimizin asli vazifesidir. Aileyi savunmak insanı savunmaktır.
Dünyada teknolojinin körüklediği büyük bir değişim yaşanıyor. Küreselleşme aile kurumunu da dönüştürüyor. Birçok geleneksel kurum anlam kaybına uğruyor. Bireysel özgürlükler, çağdaşlaşma adına manevi değerlerin örselendiğini görüyoruz. Küresel emperyalizmin aileyi hedef tahtasına koymasına müsaade ediliyor.
"LGBT DENİLEN SAPKINLIK VAHİM BOYUTTA"
Birileri ısrarla kabul etmek istemese de aile bağı zayıflayan bireyin özgür olması mümkün değildir. Özgürlük ambalajıyla sunulan aslında esaret ve kölelik düzenidir. Bugün insanlık kendi varlığının en temel hakikatleriyle sınanıyor. Adına özgürlük denilen bu kuşatma kadını da çocuğu da insan onurunu da tehdit ediyor.
LGBT denilen sapkınlığın ne derece vahim boyutlara ulaştığını görüyoruz. Sırf LGBT belasını eleştirdiği için sanatçılar, iş adamları, siyasetçiler, bilim insanları linç edilmekte, adeta yaşayan birer ölüye çevrilmektedir. LGBT sapkınlığına karşı mücadele, aynı zamanda özgürlük mücadelesi, haysiyet ve insanlığın istikbalini kurtarma mücadelesidir.
"KÜRTAJ MASUMLAŞTIRILDI"
Türkiye olarak aileye savaş açan hiçbir ideolojiye eyvallah demeyeceğimizi özellikle ifade etmek istiyorum. Ülkemiz içinde muhalefet partileri ve kimi kadın örgütleri tarafından himaye ediliyor olsa da milli bünyemizi tehdit eden cinsiyetsizleştirme projelerimizi kararlılıkla sürdüreceğiz. Anomalinin normalleştirilmesine göz yummayacağız. Bir cinayet olan kürtaj yine aynı çevreler tarafından masumlaştırıldı.
Türkiye'nin doğurganlık hızı tarihinde ilk kez 1,48'e gerilemiş durumda. Bu bir felaket. Ülkemizde doğum hızının düşmesinin sebebi ekonomide yaşanan dönemsel sorunlar değildir. Tam aksine kişi başına düşen gelirin şu anki seviyenin beşte bir olduğu dönemlerde ülkemizin doğurganlık hızı yaklaşık 2 kat fazlaydı."
Öte yandan, Erdoğan "Taliban'la ters yanımız yok" demişti, Afganistan'da iktidarda olan Taliban yönetiminden yanıt geldi : "Pek çok ortak noktamız var..."
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş:
"Modern hayatın dayattığı yaşam biçimi, aile kurmayı yük gibi gösteriyor. Gençler evlilikten uzaklaşıyor."
4
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı ve Emek Büroları Koordinatörü Gamze Taşcıer, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katıldığı bir programda yaptığı “Doğurganlık hızındaki düşüşün nedeni asla ekonomik değil” açıklamasına tepki gösterdi.
"ERDOĞAN REJİMİNİN YARATTIĞI GÜVENCESİZLİK..."
2005’te 328 lira olan 3 çocuğun bir aylık mutfak masrafının günümüzde 17 bin liraya yaklaştığını ifade eden Taşcıer, Türkiye’de son 20 yılda mutfak masrafının 51 kat arttığını belirterek, “Türkiye’de temel gıda ürünleri 2005’ten bugüne yüzde 2000 ile 6000 arasında zamlanmış ama Erdoğan’ın şahsım devletinde toplam doğurganlık hızının düşmesinin sebebi kesinlikle ekonomi değil, küresel emperyalizmmiş. Nasıl ki bozuk saat bile günde iki kez doğruyu gösteriyorsa, Erdoğan’ın bu iddiasında da doğruluk payı var. Bugün Türkiye’de doğum oranının düşmesinin elbette ki tek sebebi ekonomik koşullar değildir. Erdoğan rejiminin yarattığı güvencesizlik, belirsizlik ve gelecek kaygısı da doğrudan etkilidir" dedi.
“DOĞURGANLIK HIZI ERDOĞAN'IN İLK KEZ CUMHURBAŞKANI SEÇİLDİĞİ 2014'TE GERİLEMİŞ”
Taşcıer, “Verileri incelediğimizde doğurganlık hızı Erdoğan'ın ilk kez cumhurbaşkanı seçildiği 2014'te 2,19’a gerilemiş. 2017 yılında gerçekleşen anayasa değişikliği ile önce 2,08'e, fiili olarak tek adam rejimine geçilen 2018’de ise 2’ye düşmüş. Erdoğan’ın üçüncü Cumhurbaşkanlığı dönemiyle toplam doğurganlık hızı 2023'te 1,51'e, 2024’te de 1,48’e gerilemiş. Yine Erdoğan’ın 2014’te ilk kez Cumhurbaşkanı seçildiği dönemde yüzde 8,17 olan enflasyon 2024 sonunda 5,5 kat artışla yüzde 44,38’e yükselmişti. Bu tablo bir ülkenin geleceğini yok eden siyasal ve toplumsal çöküşe imza atan saray rejiminin eseridir” ifadelerini kullandı.
“20 SENEDE 3 ÇOCUKLU BİR AİLENİN GIDA MASRAFI 51 KAT ARTTI”
Gıda enflasyonuna da değinen Taşcıer, “2005 yılında litresi 1,6 lira olan günlük süt 2025’te 49 kat artışla 78 liraya ulaşmıştır. Kilosu 2 lira 3 kuruş olan 1 kilo yoğurt bugün 63 liradır. Yoğurt fiyatı 20 senede yüzde 2617 artan başka bir ülke var mıdır? Peynirin kilosu 60 kat artarak 287 liraya ulaşmıştır. 2005’te tanesi 1 kuruş olan yumurta bugün 6 lira 57 kuruşa satılmaktadır. Kırmızı etin kilosu 63 kat artarak 11 lira 2 kuruştan 701 lira 17 kuruşa yükselmiştir. Kanatlı et üretiminde dünyada 9’uncu sırda olmamıza karşın beyaz et fiyatları ülkemizde 42 kat artmıştır. 2005’te değişik yaş gruplarına mensup 3 çocuklu bir ailenin aylık gıda masrafı 328 lira civarında seyretmekteydi. Bugün Erdoğan’ın çağrısına uyup 3 çocuk yapan aynı ailenin mutfak masrafı ise 16 bin 900 liraya yaklaşmıştır. 20 senede 3 çocuklu bir ailenin gıda masrafının 51 kat arttığı görülmektedir” dedi.
İki asgari ücretlinin reel alım gücünün yılın henüz ilk dört ayında erdiğini ve 38 bin liraya gerilediğini belirten Taşcıer, “Dolayısıyla kazancının yarısını mutfak ihtiyaçlarına harcayan bu ailelerin çocuklarını kreşe gönderme imkanı da yoktur. Bugün 3 çocuğun aylık kreş ücreti 41 bin liradır. Devlet Malzeme Ofisi gibi kamu kurumlarında dahi ücretler her bir çocuk için 13 bin 500 liradan başlamaktadır. Bu gidişle çocuklar kreş yerine aileleri sevgi evlerine gidecek duruma gelecekler” ifadelerini kullandı.
“ERDOĞAN, GÜNDE 2 KEZ DOĞRUYU GÖSTEREN BOZUK SAAT KADAR TUTARLI”
Taşcıer, açıklamasının devamında şunları kaydetti:
“Erdoğan, günde iki kez doğruyu gösteren bozuk saat kadar tutarlı. Doğru, mesele sadece yoksulluk değil. Eksik olanı biz tamamlayalım: Doğum hızındaki düşüş aslında hukuksuzluğun, keyfiliğin, kadın düşmanlığının ve baskının yarattığı bir rejim krizidir. Erdoğan rejiminin yarattığı güvencesizlik, belirsizlik ve gelecek kaygısı da doğrudan etkilidir. Halkı sistematik biçimde yoksullaştıran şahsım devleti, demokrasi yerine otoriterliği, adalet yerine biatı, sosyal devlet yerine sadaka kültürünü kurumsallaştırdıkça doğurganlık hızı da düşüyor.
Kadınların omzuna yüklenen görünmeyen emek, çocuk bakımının ailelerin sırtına yıkılması ve artan yaşam maliyeti, özellikle genç kadınlar için anneliği bir tercihten çok bir risk haline getiriyor. Sağlık, eğitim ve bakım hizmetleri pahalılaştıkça kadınlar işgücünden çekilmek zorunda kalıyor. Bu durum hem hane gelirini azaltıyor hem de çocuk sahibi olma kararını ekonomik bir riske dönüştürüyor. Ülke ekonomisinin yapısı, bebeklerin sağlıklı gelişimini doğrudan etkilediği gibi doğum kararını da belirliyor. İktidar, gerçeklerle yüzleşmek yerine her zaman olduğu gibi sorumluluktan kaçıyor. Düşen doğum oranlarını ‘Türkiye’ye karşı cinsiyetsizleştirme operasyonu’ gibi komplo teorileriyle açıklamak, halkı küçümsemektir. Oysa son beş yılın gıda enflasyonuna bakılsa, bu ülkede operasyonu kimin kime yaptığı açıkça görülecektir.”
5
T24'ten Can Öztürk'ün haberine göre Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Temsilcisi Esin İzel Uysal ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu Yürütme Kurulu Üyesi Dr. Ayşe Gültekingil tepki gösterdi. Erdoğan’ın sözlerinin, bütünlük sergilediğini söyleyen Uysal, “Nasıl ki bu ülke ‘tek adam’ rejimiyle yönetiliyorsa onun evler, haneler içerisindeki yansımasını görüyoruz. AKP iktidarı, devletin imkanlarıyla ürettiği politikalarla kadınları kamusal alandan uzaklaştırmaya çalışıyor ” diye konuştu. Erdoğan’ın kürtaj sözlerinin kadınları sosyoekonomik olarak etkileyeceğini söyleyen Gültekingil, “Kürtaja getirilecek herhangi bir yasak, kadınları pek çok açıdan zora sokacak bir durum oluşturur” ifadelerini kullandı.
“Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün hem kürtaj hakkında konuştu hem de aynı zamanda bir aile ve nüfus on yılı da ilan edilmiş oldu 2035'e kadar. Bunu şu yüzden söylüyorum, iktidarın yaptığı bütün hamlelerin, bütün adımların aslında bir bütünlük sergilediğini görmek gerekir.
Kürtaj tartışmaları ve yapılan düzenlemeler 2025'in de öncesine gidiyor aslında. AKP iktidarı, devletin imkanlarıyla ürettiği politikalarla aslında kadınları kamusal alandan uzaklaştırmaya çalışıyor.
Aile yılı ilan edilmesinin de böyle bir anlamı ve önemi var. Medeni kanun tartışmaları, anayasa tartışmaları bunların hepsini kapsayan bir süreç aslında bu. Aileyi de çok sınırlı bir şekilde ele alıyorlar. Bir kadın, bir erkek ve çocuklar olarak. Ama tabii ki onlar için bir çekirdek aile de değil. En makbul olanı ‘geniş aileler ve çok fazla çocuğun olduğu aileler’.
Bir yandan nüfus politikalarını da ele alıyorlar. Bunların kadınlar üzerindeki etkisi olarak ise eşitsizliğin derinleştiği bir tabloyla karşılaşıyoruz. Kadın cinayetlerinin şiddetin ve şüpheli kadın ölümlerinin arttığı bir tabloyla karşılaşıyoruz.”
“Erkeğin güçlendirilmesi, mevcut iktidarın ve tek adam rejiminin güçlenmesi anlamına geliyor”
Yapılan düzenlemelerin ev içinde erkekleri güçlendirmeyi hedeflediğini söyleyen Uysal şu ifadeleri kullandı:
“İktidar, kadınların kaç çocuk doğuracağının üstünde bu çocukların nasıl hangi yöntemle doğurulacağına kadar böyle bir politika üretme cesaretini almış durumda bunu gösteriyor. Bunlar elbette ki bir geleneksel aileyi yücelterek yapılıyor. Nasıl ki ülke bir ‘tek adam’ rejimiyle yönetiliyorsa onun evler, haneler içerisindeki yansıması da o evdeki erkeğin ‘reisi’ olduğu ve onun iktidarının güçlendirildiği haliyle olsun isteniyor. Çünkü onun güçlendirilmesi mevcut iktidarın ve tek adam rejiminin güçlenmesi anlamına geliyor.
Geleneksel aile modeli anlatısını da bu yüzden güçlendirmeye çalışıyorlar ve bunu yaparken de ‘Biz de kadın cinayetlerinin farkındayız ve buna çözümün güçlü aile olduğunu söylüyoruz’ diye konuşuyorlar. Oysa ki aslında onun arkasında yatan güçlü aile ‘reislerinin’ olduğu haneleri kast ediyorlar.”
“Mayıs ayına kadar 79 kadın aile ilişkisi olan erkekler tarafından öldürüldü”
İddia edilenin aksine kadın cinayetlerinin aile içinde gerçekleştiğini söyleyen Uysal, mayıs ayına kadar 79 kadının ailelerindeki erkekler tarafından öldürüldüğünü söyledi. Kürtajın yeniden gündem olmasının da kadına şiddet ve kadın cinayetleri ile bağlantılı olduğunu söyleyen Uysal şunları söyledi:
“Akrabaları, boşandığı erkekler, evli olduğu erkekler tarafından öldürülmüş. Bu evlerin içerisinde kadınlara reva görülen şey mutlak bir eşitsizlik, bakım yükümlülüğünün tamamen kadınlarının üzerinde olduğu bir anlayış ve buna karşı çıkıldığı anda da bir şiddet tehlikesiyle ve hatta işte bunun en can yakıcı hali kadın cinayetlerine döndüğünü görüyoruz. Kürtaj meselesi de bunlardan tabii ki bağımsız değil. Bu doğrudan kadınların sadece söz söyleyebileceği, karar verebileceği her alana iktidarın müdahale etmesi anlamına geliyor.
Kadınların çocukları hangi yöntemle doğuracağı da kürtaj kararının da kendilerinin elinden alınması anlamına geliyor. Şu an yasal düzenleme 10 haftaya kadar kürtaj olunabilineceğini söylese de biz ne devlet hastanelerinde ne özel hastanelerde kadınların bu hakkına erişemediğini görüyoruz. Tekrar bu tartışmaların gündeme getirilmesi de aslında bununla da yetinmeyebileceklerini akıllara getiriyor.”
“Bu iktidar, artık sonunun yaklaştığını görüyor”
Erdoğan’ın yeni “kürtaj” sözleri ile 19 Mart sürecinin bağlantılı olduğunu söyleyen Uysal şöyle konuştu:
“Peki ikitdar neden bunları yapıyor? Çünkü kendi iktidarınının geleceğinden endişe duyuyor.
Özellikle içerisinde bulunduğumuz bu dönemde 19 Mart ile birlikte başlayan süreç. Bu iktidar, artık bir sonunun yaklaştığını görüyor.
Toplum haksızlıklara karşı ses çıkartıyor. Sadece ses çıkartmakla da kalmıyor. Siyasete katılma yolunu kullanarak bunu yapıyor. Bu bizim için çok önemli ve çok umut verici bir gelişme diye düşünüyorum.
Kadın hareketinin de elinde önemli bir deneyim var. Biz toplumu kadın cinayetlerine yaklaşım, toplumsal cinsel şiddete olan yaklaşım anlamında değiştirdik ve dönüştürdük. Artık kadınlar şiddete uğradığında kimse saat kaçmış, gençmiş diye konuşmuyor.
Bunu yaratabilmek çok önemli. Bunu biz sürekli mücadeleyi ortaya koyarak yaratabildik ve buradan aldığımız deneyim de bütün toplumun demokratik haklarına sahip çıkması, seçme seçilme hakkını bile elimizden alındı bir dönemde bu deneyimi ortaya koymak ve bunu geliştirmek önemli olacak ve önümüzü açacak diye düşünüyorum.”
Gültekingil: Nüfus artışına yönelik bir biyopolitika devam ettirilmekte
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kürtaj hakkındaki sözlerinin olası tıbbi ve sosyoekonomik etkilerini değerlendiren Türk Tabipleri Birliği (TTB) Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu Yürütme Kurulu Üyesi Dr. Ayşe Gültekingil şu ifadeleri kullandı:
“Nüfus artışına yönelik bir biyopolitika devam ettirilmekte. Bunların hepsi de aynı politikanın tezahürleri. Zaten halihazırda kürtaj yasak değildi ama uygulanması çok zordu. Devlet hastanelerinde pek çok hekim uygulamıyor. Kadınlar mecburen ya özel hastanelerde ya da sağlıksız koşullarda bu işlemi yaptırmak zorunda kalıyorlar.
Yani aslında hukuki bir yasak yok ama yapılması çok zorlaştırılmış bir durumda. Yeni yasaklar ya da yeni kısıtlamalar getirilmesi olası tabii, şaşırmayız böyle bir şey olursa açıkçası. Kürtaja getirilecek herhangi bir yasak, kadınları pek çok açıdan zora sokacak bir durum.
Birincisi istenmeyen gebelik sonucu doğumlar kadınların ve tabii çocukların sağlığını her açıdan riske atar. Bunun yanında kadınları sosyoekonomik olarak istenmeyen bir gebelik sonrasında çocuk sahibi olmak ekonomik olarak zor bir duruma sokar. Çalışma koşulları olsun buna dair ekonomik planlaması olsun… Tabii ki kadınları toplum içerisinde zorlayacak bir durum söz konusu olur.”
6
İngiltere'de Emmeline Pankhurst (1858-1928), ABD'nde Katharine Martha Houghton Hepburn (1878-1951; dört Oscar ödüllü Katharine Hepburn'ün annesi), Türkiye'deyse 19 yıl önce 2006'da hayatını kaybeden gazeteci yazar Duygu Asena (1946 doğumluydu) kadın haklarını korumak ve genişletmek için büyük bir mücadele vermişti...
Duygu Asena sağ olsaydı herhalde 13 Nisan 2025'ten bugüne Türkiye'nin gündemi olan "Doğal olan normal doğum" tartışması için "Kadının bedeni sadece kadına aittir" diyerek cevap verirdi...
Süper Lig'in 31. haftasında takımların sahaya çıkarken taşıdığı "Doğal olan normal doğum" pankartına ilişkin tartışmalar sürüyor.
Sivasspor ile Fenerbahçe arasında 13 Nisan 2025 Pazar akşamı oynanan maç öncesinde, ev sahibi Sivassporlu futbolcular Sağlık Bakanlığı'nın vajinal doğuma teşvik için yürüttüğü kampanyanın pankartını taşıdı.
Üzerinde "Doğal olan normal doğum" yazan pankart başta kadın hakları kuruluşları olmak üzere çok sayıda kadının tepkisini çekti.
Sivassporlu futbolcudan özür: 'Sizin bedeniniz, sizin kararınız'
Sivasspor'un hücum oyuncusu Rey Manaj, Instagram hesabında yaptığı paylaşımda, konuyla ilgili takipçilerinden çokça mesaj aldıklarını söyledi.
Arnavut futbolcu taşıdığı pankartta Türkçe ne yazdığını bilmediğini söyledi ve "Kendi adıma bütün kadınlardan özür dilerim, sizin bedeniniz ve sizin kararınız" diye yazdı.
14 Nisan Pazartesi günü gazetecilerin sorularını yanıtlayan Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu, "Normaldir. Futbol maçına sadece erkekler mi geliyor arkadaşlar?" diyerek yanıt verdi.
Bakan Memişoğlu X üzerinden de büyük harflerle "DOĞAL OLAN NORMAL DOĞUM…" yazarak bu konuyla ilgili geçtiğimiz aylarda çekilen kamu spotunu tekrar paylaştı.
Sağlık Bakanlığı ise konuyla ilgili bir açıklama yayımladı.
Türkiye'de doğumların yüzde 61'inin sezaryenle yapıldığını belirten Bakanlık, vajinal doğumun faydalarını sıraladığı açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
"Sağlık Bakanlığı, kadınların doğum şekline yönelik bir yönlendirme ya da dayatma yapmamakta; bilimsel veriler ışığında, normal doğumun faydalarına yönelik toplumsal farkındalık oluşturmayı amaçlayan çalışmalar yürütmektedir."
Türkiye'de sezaryenle doğum oranı, pek çok Avrupa ve OECD ülkesinin üstünde.
2017'de Türkiye bu alanda dünya birincisiydi.
Cumhurbaşkanı bu konuya da el attı...
Cumhurbaşkanı Erdoğan, pankartta hakaret, eleştiri veya kimseye bir saygısızlık olmadığını belirtti.
"Bakanlığımızın normal doğumu teşvik etmesi, cerrahi müdahale yerine normal doğumu özendirmesi sizi niçin bu kadar rahatsız ediyor? Sağlık Bakanlığının görevi bu milletin sağlığını korumak değil midir? Şayet ortada dünya ortalamalarına göre bir anormallik varsa, buna çözüm üretmek, bu aşırılığın üzerine gitmek değil midir? Sağlık Bakanlığından toplum sağlığı için elindeki tüm imkânları seferber etmesi dışında Allah aşkına ne yapmasını bekliyorsunuz?"
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, "Kadının kaç çocuğunun olacağı, doğuracaksa nasıl doğuracağı, nasıl büyüteceği, kadının nasıl giyineceği, ne yiyeceği ne içeceği, ne kadar güleceği, kadının bileceği iştir" dedi.Bu konularda laf söylemenin hiç kimseye düşmeyeceğini dile getiren Özel, "Kadınların yerine konuşmaya, karar vermeye son verin artık. İnsanı erkek olduğundan utandırıyor bunlar, o kadar söylüyorum" ifadelerini kullandı.
Sağlık Bakanlığı'nın 'planlı sezaryen' yasağına CHP'den bir diğer tepki:
‘Çıkın insanların yatak odasından!’
Sivasspor-Fenerbahçe maçındaki “Doğal olan normal doğum” pankartına ilişkin tartışmalar devam ederken Sağlık Bakanlığı, özel tıp merkezlerinde planlı sezaryen doğumu yasakladı.
CHP’li Aylin Nazlıaka, “Siz çocukların dünyaya nasıl geleceğini düşünmek yerine doğanların geleceğini düşünün. Elinizi kadınların bedeninden çekin! Çıkın insanların yatak odasından” tepkisini gösterdi.
Söz konusu pankarta ilişkin tartışmalar devam ederken Sağlık Bakanlığı’ndan dikkat çeken bir hamle geldi. Buna göre özel tıp merkezlerinde artık planlı sezaryenle doğum yasak olacak.
“Sağlıklı Türkiye Yüzyılı” programı çerçevesinde hazırlanan bu düzenlemeyle birlikte, doğum yapmak isteyen tıp merkezlerinde doğum ünitesi kurma şartı getirildi.
Ancak, ameliyathanesi bulunmayan merkezlerde doğum ünitesine izin verilmeyecek. “Tıp merkezinde normal doğum yaptırılmak istenmesi halinde Ek-4/Ç’de yer alan kriterler kapsamında kuruluş bünyesine doğum ünitesi eklenmesi zorunludur. Ameliyathanesi bulunmayan tıp merkezinde doğum ünitesi kurulmasına izin verilmez. Tıp merkezinde planlı sezaryen yapılamaz” maddesiyle birlikte, ‘Tıbbi bir gerekçe gösterilmediği’ sürece, sezaryen doğumlar gerçekleştirilemeyecek.
‘İKTİDARIN İDEOLOJİK DAYATMALARI’
CHP Aile ve Sosyal Hizmetlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Aylin Nazlıaka, konuya ilişkin Cumhuriyet’e özel açıklamalarda bulundu.
Kararın ‘sağlık hizmetlerinin niteliğini arttırmak’ kılıfına sokulduğunu söyleyen Nazlıaka, “Oysa bu kararın asıl amacı kadınların hayatına doğrudan müdahale etmektir. AKP zihniyeti, kadınların bedenleri üzerinde tahakküm kurmaya devam ediyor. Önce ‘anne olmayan kadın yarımdır’ denilerek çocuk doğurmak dayatıldı. Kürtaj yasaklanmaya çalışıldı. Yetmedi; kaç çocuk dünyaya getirileceği dikte edildi. Yetmedi; doğum biçimine karışıldı. Şimdi de doğumun nerede yapılacağına müdehale ediliyor. Kadınların kendi bedenleri ve yaşamları ile ilgili karar verme hakkı, sistematik bir şekilde tırpanlanıyor. İktidar bir kez daha kadınların hayat tercihleri üzerinde mutlak bir tahakküm kurma çabası içerisine girdi. ‘Aile Yılı’ adı altında kadınlara önce kuluçka makinası muamelesi yapanlar ardından da bu doğumun nasıl yapılacağına ilişkin ideolojik bir dayatmada bulundu” dedi.
‘BUNUN ADI POLİTİK ŞİDDETTİR’
Söz konusu işlemleri ‘politik şiddet’ olarak adlandıran Nazlıaka, şöyle konuştu:
“Kendi siyasal çıkarlarını gözetenler kadınlara politik şiddet uyguluyor. Sezaryen doğumunu ‘gereksiz’ ilan eden, ‘normal doğum’u dayatan bu anlayış, kadınları yalnızca birer doğum makinesi olarak görmektedir. Bu tutum çağ dışı ve gerici bir bakış açısıdır. Kadınların ne zaman, nasıl, nerede ve kaç çocuk doğuracağına yalnızca kendileri karar verebilir. Bu karar, bir spor kulübünün, bir sağlık yönetmeliğinin ya da bir bakanın inisiyatifinde değildir. Biz buna izin vermeyeceğiz” ifadelerini kullandı.
Düzenlemenin dezavantajlı kesimlerde yer alan kadınları doğrudan etkileyeceğini vurgulayan Nazlıaka, “Büyük şehirlerin dışında, birçok ilçede ve kasabada tıp merkezleri sayesinde temel sağlık hizmetlerine erişilebilmektedir. Bu merkezlerde planlı sezaryen yapılmasının yasaklanması, kadınların güvenli ve kontrollü bir doğum sürecine ulaşmasını ciddi şekilde engelleyecektir. Yani bu kararla birlikte sadece özgürlükler değil, yaşamlar da riske atılıyor."
‘ELİNİZİ KADINLARIN BEDENİNDEN ÇEKİN’
İktidara mesaj gönderen Nazlıaka, “Kadınlar doğum yapıp yapmayacağını, doğum yapacaksa bu doğumu nasıl gerçekleştireceğini size sormayacaklar! Yıllardır hadsizce kadın bedeni üzerinden yürüttüğünüz bu gerici politikalara bir son verin. Biz bedenimiz üzerindeki kararları kendi özgür irademizle veririz. Siz çocukların dünyaya nasıl geleceğini düşünmek yerine doğanların geleceğini düşünün. Bu çocuklar hangi koşullarda nasıl büyüyecek, gelecekleri nasıl şekillenecek bununla ilgilenin. Bir doğumun nasıl olacağına kadın ve doktoru birlikte karar verir. Elinizi kadınların bedeninden çekin! Çıkın insanların yatak odasından” tepkisini gösterdi.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Temsilcisi Esin İzel Uysal da söz konusu pankartı ''Bu durum iktidarın politikalarını ortaya koyuyor. Burada öncelikle annenin ve bebeğin sağlığı önemlidir" diyerek pankarta tepki gösterdi.
BirGün gazetesine konuşan Uysal, "Doğumun nasıl olacağını söylemek kimsenin haddine değil" dedi.
Sanatçı Demet Evgar da sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda ''Sizsiniz normal, biziz anormal. O pankartı taşıyana da artık bu şuursuzluğun peşinden gidene de yazıklar olsun" diyerek tepkisini gösterdi.
Oyuncu Füsun Demirel "Kadınların gebelik süreçlerini, nasıl doğurması gerektiğini kadınlara bırakın. Hele bir futbol takımını buna alet etmek büyük ironi. Büyük haksızlık" diye yazdı.
Oyuncu Başak Gümülcinelioğlu Çitanak, "Anladığım kadarıyla gelişen teknoloji ile erkekler de doğuracak. Hatta normal doğurmaya karar vermişler belli ki. E kendi bedenleri, kendi kararları dostlar, karışmayın. Ne istiyorlarsa yapsınlar" ifadelerini kullandığı bir Instagram paylaşımı yaptı.
Oyuncu Hazar Ergüçlü "N'oluyor ya, size?" diye sorduğu bir Instagram paylaşımıyla tepki gösterdi.
DUYGU ASENA 1974 TÜRKİYE'SİNDE NELER YAŞAMIŞTI?
Doğan Kitap tarafından dağıtılan “Duygu Asena Hala Kadının Adı Yok Roman Ödülü” 11 yıl önce 2014'te “Öykü ile romanın birbirini çağrıştıran özgün birlikteliğini sergilemesi ve Anadolu’da kuşatılmış kadın kimliğini ifade etme biçimi” nedeniyle “Fırtına Takvimi” adlı romanıyla Jale Sancak’a layık bulunmuştu… Ödülün seçici kurulunda Doğan Hızlan, Filiz Aygündüz, Buket Aşçı, Turhan Günay, İhsan Yılmaz, Cem Erciyes ve İnci Asena vardı.
Jale Sancak yaptığı konuşmada özetle şunları söyledi: “Duygu Asena adına verilen roman ödülünü almak benim adıma çok kıvanç ve mutluluk verici.Çünkü biz bugün sokağa çıkıp kadın haklarını savunabiliyorsak, kadına dair bir şeyler söyleyebiliyorsak, kadına yönelik şiddete karşı çıkabiliyorsak bunda Duygu Asena’nın katkısı çok büyük… Duygu Asena aynı zamanda benim için yazan bir kadın olması açısından da çok önemli ve değerli… Duygu Asena’nın insan ve kadın sorunlarını edebiyata taşımasını bir yazar olarak çok anlamlı buluyorum… Ödülümü Türkiye’de şiddete uğrayan, şiddet mağduru olan kadınlarla paylaşmak istiyorum.”
Duygu Asena 1974’ün Türkiye’sinde neler yaşamıştı?
1980’lerin ilk yarısında AFA Yayınevi’nin sahiplerinden Atıl Ant’ın sayesinde tanıştığım, “Kadının Adı Yok” adlı romanı usta yönetmen Atıf Yılmaz (1925-2006) tarafından Türkiye sinemalarında seyirci ve hasılat rekorları kıran bir filme dönüştürülmüş olan, Duygu Asena (1946-2006) tam 40 yıl önce büyük bir hukuki mücadele vermiş ve bunu kazanmayı başarmıştı…
Aykut Işıklar “Bildiğiniz Gibi Değil /Renkli Spotların Göstermedikleri” adlı anı kitabında 1974’te Duygu Asena’nın yaşadıklarını şöyle anlatır /özetler:
“Hürriyet Gazetesi’nin o dönemdeki genel yayın yönetmeni Nezih Demirkent (1930-2001) Kelebek eki ekibini çok severdi; bu ekip içinde Duygu Asena da bulunmaktaydı… Duygu Asena her zaman dolu dolu yaşadı… Hürriyet’ten de bu yüzden çıkarıldı.Hürriyet hukuk müşaviri çıkış gerekçesinde “özel yaşamından” diye bir madde koymuş. Duygu Asena’nın o zamanki kocası Gültekin Gürgen de bunu onur meselesi yaptı. ”Nee ulan, biz gavat mıyız? Karım hakkında nasıl böyle bir iddiada bulunurlar? Ben de onları mahkemeye veririm.Karımın hakkını ararım,” diyerek Hürriyet Gazetesi’ni mahkemeye verdi.Öyle ya özel yaşamı düzensiz ne demek ki… Koskoca Profesör Çetin Özek böyle bir hata yapar mı? Yaptı işte… Duygu Asena, mukaveledeki 250 bin liralık tazminat için (1974 yılında 250 bin lira büyük para idi) bu iş ile bir hayli uğraştı… Gültekin Gürgen mahkemede “Eşim çok namuslu kadındır,” diyerek tanıklık yaptı.
Hey gidi günler, hey…Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Nezih Demirkent astığı astık bir kişiydi.Gazeteden beş kişiyi Duygu Asena’yı mahkemede “hafif kadın” olmakla suçlamak için tanıklığa gönderdi; Orhan Atasoy, Ümit Çeliker, Murat Aslangil, Erol Bilem ve ben… Tanıklar ne biliyorlarsa anlattılar.Tabii hakimden bir güzel fırça yiyerek.Duygu Asena’yı sadece ben aslanlar gibi savundum.Bunu da Hürriyet Gazetesi’nin o zamanki insanlık dışı baskısına kızdığım için yaptım.
Sonuçta Duygu Asena Hürriyet Gazetesi’ne karşı namusunu temizledi… Mahkemeyi kazanıp Hürriyet Gazetesi’nden paralarını aldı… Herhalde o günlerde o kadar doldu ki… Bu olayın kahramanlarını başta Nezih Demirkent olmak üzere “Kadının Adı Yok” adlı kitabında anlattı… Kitaptaki kahramanları aşağı yukarı tahmin ettim… O insanlar hayal değil, gerçek…”
“Suffragette”
1837-1901 arasında 63 yıl yedi ay İngiltere’ye bir kadın (Kraliçe Victoria) hükmeder; ancak 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın önemli bir bölümünde İngiltere’de kadın, insan hakları, seçme, seçilme, talepleri için bir araya gelen işçi sınıfından kadınlar İngiliz devleti için birer azılı devlet düşmanı, rejim muhalifi, terörist ve cadı ilan edilir; acımasız bir sürek avı başlatılır; bu kadınlar her fırsatta cezaevlerine atılır…
Baş rollerde üç Oscarlı Meryl Streep, iki kez Oscar adayı Helena Bonham Carter ile Oscar adayı Carey Mulligan var…
Meryl Streep bu filmde 1999’da TIME Dergisi tarafından 20. yüzyılın en önemli, en değerli, en saygın 100 kişisinden biri ilan edilen feminist Emmeline Pankhurst (1858-1928) rolünde…Pankhurst ile yoldaşlarının verdiği büyük mücadele İngiliz kadınına 1928’de seçme ve seçilme hakkını kazandırmıştı… Emmeline Pankhurst, Gloria Steinem (1934 doğumlu) gibi günümüzün önde gelen feministlerinin öncüsü kabul ediliyor…
Theresa Garnett ve Hugh Franklin 1909-1910 döneminde birer kamçıyla siyasetçi İngiliz Winston Churchill'e saldırdılar! Churchill'i İngiliz kadınlarına kötü davranmakla suçladılar! Kadınların oy hakkı için eylem yapan kadın ve erkek eylemcilerin hışmından 22 Kasım 1910'da Başbakan Herbert Henry Asquith (torunlarının çocuklarından bir tanesi oyuncu Helena Bonham Carter'dır) bir taksiye atlayarak kurtuldu...Churchill kadın eylemci Cobden Sanderson'ı polislere göstererek "Bu kadını götürün elebaşlarından biri bu, belli" demişti...1917'de Churchill avam kamarasında kadınların oy kullanma hakkına sahip olmasını destekleyen doğrultuda oy kullandı...1928 yılında İngiliz kadınlar oy kullanma hakkına sahip olacaktı...
Türkiye'de 1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile önce Belediye seçimlerine katılma, sonra köylerde muhtar olma ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanınan kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakları, 5 Aralık 1934'te Anayasa ve Seçim Kanunu'nda yapılan yasa değişikliği ile tanındı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.