-Gece/Sabah/Gündüz mü pek anlayamadığım bir zaman diliminde, yatağımın kenarında unuttuğum tv kumandası açmış televizyonu. Sistemin ilk kanallarından olan "TRT Türkü" açık ve amatör bir gurup sanıyorum, "Ben Yoruldum Hayat Gelme Üstüme" diye, çalıp söylüyorlardı. Bana gelebilir!..

--Vakti pek anlayamadığımdan, yani öğleden sonra gelip uyudum da akşam mıydı, yoksa gece uyudum da, sabah mıydı?

--Bu kez de "Türkiye’ye ekonomiyi sevdiren kadın" olarak bilinen "Aslı Şafak'la İşin Aslı" programı açıktı, nasılsa.

-- Oynadığı rollerle beğeni toplayan, yazdığı kitaplar ve senaryolarla yüreklere dokunan ve yönetmen koltuğuna da geçip kendi gözünden hikayeler anlatan Yazar ve Yönetmen ERCAN KESAL, konuşuyordu. Kendisi Avanos'lu bir Tıp Doktoru idi ama, sinema ile de ilgiliydi. Kitapları, film, dizilerinde ise kendine özgü bir tazı vardı.

--"Bir şeyi yapmak, başarmak, kazanmak istiyorsan, çok istemelisin" diyormuş Ninesi. Tabi o da. Önce kişinin bir şey olması gerektiğini, onun da kendisi olması gerektiğini söylüyordu. Evet ya ben de.

--Anlattıkları ve yaşananlar bana, Gabriel García Márquez'in "Büyülü Gerçekçilik" sanat akımından yazdığı "Albaya Mektup Yok" yapıtını anımsattı.

--Ülkemizde de, Hüseyin Rahmi Gürpınar, GULYABANİ, Latife Tekin'in Sevgili Arsız Ölüm (1983), Peyami Safa, Nazlı Eray, vb.

 

ALBAYA MEKTUP YOK (UzunÖykü /Kısa Roman) KİTAP

Gabriel García Márquez (6 Mart 1927 yılında Kolombiya’da yoksul bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiş; 1973 yılında Barcelona’ya yerleşmiş; Gazetecilik, Yazarlık, Senaristlik yapmış ve 17 Nisan 2014'de Meksika’da yaşama veda etmiştir.

Yapıtlarından bazıları:

--Yüz Yıllık Yanlızlık ( 1967 )/ Mavi Köpeğin Gözleri ( 1973 )

Başkan Babamızın Sonbaharı ( 1975 )/İyi Kalpli Erendira (1978)

Kırmızı Pazartesi ( 1981 )/ Kolera Günlerinde Aşk ( 1985 )

Benim Hüzünlü Orospularım ( 2004 )

 

--Öykünün başkahramanı bir Albaydır. İç savaşta yaralanır ve emekli edilir. Gösterdiği yararlılıklardan dolayı da ödüllendirilmeyi ummaktadır. Ancak, emekli edilmiştir ama emekli aylığının bağlandığına ilişkin mektubu da 15 yıldır bir türlü gelmemekte, beklemektedir.

--Her cuma liman postanesine gider ve her defasında; “Albaya mektup yazan yok,” cevabını alır.

--"Bugün kesinlikle gelmesi gerekiyordu," der Albay ama, Posta görevlisi: "Kesinlikle gelen tek şey ölümdür, Albay." der.

-- Albay'ı yoksulluktan kurtulmayı simgeleyen mektup bir türlü gelmez, ancak inatçı albayımız her Cuma, postane ziyaretinden de vazgeçmez. Yokluğa ve yoksulluğa alışkın bir insanın dürüst ve huzurlu hali ile.

"-Emekli aylığımın gelmesine pek bir şey kalmadı artık.

-On beş yıldır aynı şeyi söylüyorsun.

-İşte onun için, dedi albay. Artık daha fazla gecikemez.

-Bana öyle geliyor ki bu para hiç gelmeyecek, dedi kadın.

-Gelecek.

-Ya gelmezse

Albay yanıt vermek için sesini bulamadı. Horozun ilk ötüşünde gerçek kafasına dank etti ama sonra bir kez daha deliksiz, rahat, amansız bir uykuya daldı."

--Gerisin okuyun.

 

--Bu öyküyü anımsayınca, Azizi Nesin bir öyküsü aklıma geldi. "TÜLSÜYÜ SEVMEK". Tülsü'yü seven yetmiş yaşında bir adamın öyküsüdür. İşin enteresan tarafı ise, "Tülsü" diye birisi yoktur. Ama her postaneden, hayali bir adres, hayali bir isim ile "Tülsü"ye aşk/sevgi mektupları yazar.

 

--Olaylar her ne kadar "Büyülü Gerçekçilik" edebiyat akımı çerçevesinde yazılsa da, emek verilmiş, hak edilmiş; bir şeylerin tadir edilmesini beklemektir.

--Yanılgı da buradadır. Emek verip, işini doğru düzgün yapmak, vicdanen rahat olmak başka; Emek vermeden, bir şeylerin başına gelen, sahip olanların bu süreçleri yönetmesi başka.

--Ve bir gün bu toplumlarda, her şeyini vatanına, ideolojisine, halkına feda edenlerin, değerleri bilinmezse;

--Yalancı çobanın öyküsüne döner her şey; inanmış, adanmış hayatlar olmazsa;

--Hiç bir şey,

--Siz olmazsınız!.. Sisi filmi repliği gibi:

"SEN UYURSAN, HERKES ÖLÜR!.."

--FEDA EDİLMİŞ YAŞAMLAR, KİŞİLER OLMAZSA, hiç bir şey olmaz. SİZ DE!..