İnsanoğlu gerçekten çok garip bir yaratık.  Üstelik baştan her şey çok şirin görünürken, bir zaman sonra anlıyorsunuz ki, bazı bölümler reklam, reklamlar bitince de film başlıyor imiş!.. İşte insan da bazen filmin ne zaman başladığını, çok geç anlıyor.
 Cahit Sıtkı Tarancı'da bunu kendi yaşına göre şöyle diziliyor. 'Zamanla nasıl değişiyor insan!/ Hangi resmime baksam ben değilim./ Nerde o günler, o şevk, o heyecan?/ Bu güler yüzlü adam ben değilim;/ Yalandır kaygısız olduğum yalan.' Evet, bazen kaygısız olmaya çabalasanız da, azıcık aklınız, kocaman bir yüreğiniz ve sevgi dolu bir dünyanız var ise, pek de öyle kolay kolay kaygısız olunamıyor. Yalan!.. Günümüz dünyasının Türkiye’sinde bir çok kişinin 60'lı, 70'li azıcık da 80'li yıllar için öyle pek de fazla bir bilgisi yok; içinde olanlar da anılara saygısızlığa izin vermeseler de, başka garip bir güruh bu dönemden pek hoşlanmaz. Nedense? Oysa o dönemin 68 ve 78 KUŞAĞI denilen gençler ve toplum kesimleri, bu ülkenin ve yurttaşlarının geleceği için ne de güzel düşünceler üretmiş ve emekler vermişlerdi. Kocaman kocaman Üniversitelerin bilimin ışığından etkilenen gençleri, tarlalara, fabrikalara koşmuşlar;  işçi, emekçi ve köylülerin haklarını aramak için kendilerini meydanlara atmışlardı. Ama onların öykülerinin hep bir yerinde bir avuç soysuzun ve işbirlikçinin dramları vardır..    
Deniz Gezmiş'i de,  Mahir Çayan'ı da hatta  Che Guevera'yı da ihbar eden, hep uğruna savaştıkları olmuştur. Bu, bu konudaki mücadelenin sona ermesini gerektiren bir şey değildir. Soysuzluk, her zaman ve her dönem toplumda olan bir şeydir. 15'inci Yüzyılda 1400'lerin başında bile bu topraklar, kendileri için mücadele edenlerin acılarını görmüştür. 
İslâm tasavvufunun Vahdet-i Vücud okuluna mensup mutasavvıf, filozof ve Osmanlı Kazaskeri, Simavnalı Şeyh Bedreddin de kendini halkına kurban etmekten çekinmemiş ve Simavna Kadısının (Manisa) hışmından kendini kurtaramamış,  yağlı urgan boynuna dolanmıştır. Müridi Torlak Kemal de benzer kaderi paylaşır ve o da, o isyan günlerinde asılır. Her ikisinin de 'tuzu kurudur' ama yürekleri, tuzu bile olmayanlar için tuzları olsun diye çarpar. Çok garip bir dünya bu dünya demiştim ya evet, bu yalnız bizde böyle garip değil, dünyanın insanın yaşadığı her yerde aynı. Benzer bir durum için Lenin de, 'biz köylüler için savaşırken, onlar efendileri için kilisede mum yakıyordu', der. Ya Nazım'ın sitemine ne demek gerek.  'Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer/ kabahatın çoğu senin, kardeşim!..' Aslında insan ve insanlık pek de öyle kolay tanımlanabilecek bir şey değildir. Herbert Spencer'ın dediği gibi "Her insan bir dünyadır.'    Evrenin avuçiçi kadar dünyasında, bu kadar çok insanın içi içe, sırt sırta yaşaması elbette ki sorunlu olacaktır. Siyaset Felsefecisi Thomas Hobbes'un deyimi ile, 'homo homini lupus' /'insan insanın kurdudur'!.. Kabullensek de, kabullenmesek de.  Aslında insana da pek kızmamak gerek, bu durum bütün canlılarda var, yaşamak bir savaş olduğuna göre, yaşamak isteyenin kazanmak istemesinden daha doğal ne olabilir ki. Burada gözden kaçan ise, o ünlü Anadolu özlü sözünde gizlidir:  'Birlikten kuvvet doğar"!.. Hele “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır' diyen Hacı Bektaş Veli'nin  'Bir olalım, iri olalım, diri olalım' öğüdünü unutmak da neyin nesi.
Hayvanlar, besin kıtlığı, çiftleşme amacı, rakibi ortadan kaldırmak gibi nedenlerle birbirini yerler; bu doğanın yasası, peki dünyanın bu kadar zenginliği içinde insanın insanı yemesi, yamyamlık; sömürmesi de, ne? 
Nereye gidilecek bu yoldan? Bu yüzden 2000'li yıllara pek bir ümitli girmiştim ama pek çok kişi gibi ben de az hayal kırıklıkları yaşamadım. Bazen arkadaşlar ile konuşurken, 'iyi ki namerte muhtaç değiliz" diyoruz, namerte muhtaç değiliz ama çevremizdeki insanların mutsuzluğu da bizi mutlu etmiyor ki. Her ne kadar William Shakespeare oyununda, “Önce hayaller ölür, sonra insan!” demiş olsa da, yaşam savaşı, yaşamaya değecek bir savaştır. Bu yalnız silah ile olacak bir şey de değildir, eğitim ve bilim ile yol almak gerek. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün 'Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin' sözü de akıldan çıkartılmaması gereken bir sözdür. Başlangıçta Milenyuma sitemim aslında biraz da kendimize bir sitem idi.  Ülkede Türkiye genelinde 2024 yılı için 123 devlet üniversitesi ve 65 vakıf üniversitesi var iken, eğitim ve eğitilmiş iş gücü kalitesinin düşmesi bir rastlantı değildir. İngiltere, Yunanistan, Almanya gibi ülkelerde İlkokullar devletin okullarıdır, özel ilkokul da yoktur. Yine birçok Avrupa Ülkesinde eğitim ücretsizdir.  
Çünkü eğitim devletin kontrolünde olmalı ki, devlet kendi yurttaşını yetiştirsin ve devlet kendini yaşatsın.
Anadolu Ahi Önderi Şeyh Edebali'nin öğüdünü unutuyor muyuz ne: 'İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN!..'
Ülkeye bakınca, her halde herkesin kendinize söyleyecek bir sözünüz vardır.