Geçen hafta kaldığımız yerden devam ediyoruz;

    Ama önce bir saygın, değerli bir insana bu köşeden bir teşekkür etmek lazım gelir diye düşünüyoruz:

    Sayın Polat Balkan’a

    Ülkenin içinde yaşayabileceği en kaotik ortamda Baro başkanlığı gibi bir görevin üstesinden hakkıyla geldiniz. Ve hiç de alışık olmadığımız bir asil tavırla ‘Yeniden aday olmayacağım’ dediniz. Ve olmadınız! Alnından öpülesi bir adamsın vesselam. Yeni görevin hayırlı olsun, kalan ömründe huzurlu ve mutlu ve illa ki sağlıklı bir yaşam dilerim.

    Gelelim konumuza;

   1780lerin sonunda Amerika Birleşik Devletleri artık kurulmuştu, İngiltere de 3. George hafiften tırlatmış, fena halde fikri firar bir adam haline gelmişti. Avrupa da şimdi Napolyon fırtınası esiyordu.1812-1815 arası hiç yoktan bir nedenle Amerika ve İngiltere tekrar kapışacaktı bu sefer İngiliz ordusu başkent Washington’a kadar ilerleyecek ve hatta Beyaz Evi yakacaklardı. (Evet, saray düşkünü hanımlar, beyler onun adı Beyaz SARAY değil Beyaz EV’dir.)

    1804 senesinde Fransa adına kayıtlı bir arazi parçasına satın alan Amerika, (ki bu arazi parçasına bugün 14 Eyalet sığıyor) Doğu ve Batı kıyıları arasında ki boşluğu da böylece kapatınca şu Güneyde ki sarhoş-uykucu ve kavgacı ama bir halt olamayan komşusunun topraklarına göz dikmişti. Kuzeyde ki komşu yani Kanada, hala İngiliz egemenliği altındaydı ve oralara bulaşma biraz sıkardı.

    Ama Meksika… ha ha!

    Meksika’nın başında bir diktatör bozuntusu vardı adı General Santa Ana idi, kerameti kendinden menkul bir tipti, nedense kendini ‘Batının Napolyon’u’ olarak anıyordu. Aslında Napolyon’un attığı tırnak bile olamazdı.

    Teksas ve Kaliforniya o günlerde fiilen Meksika toprağı idi. Esmer adamların sadist, yobaz ve yolsuz idareden canı çıkmıştı. Ama nedense bu soytarı, yalancı ve yobaz adama katlanıyorlardı. Beyaz adamlar da az hırlı değillerdi ancak onlar toprağı bunlardan daha iyi değerlendiriyorlardı. Ve giderek de sayıları dolayısıyla ekonomik, sosyal ve siyasi etkileri artıyordu.  Santa Ana bakmıştı ki ülkeyi bok götürüyor, Meksika bölünmez, çan sesleri susmaz diyerek esmer adamlara gaz verecek yer arıyordu. Beyaz Adam iyi bir hedef olabilirdi. ABD’nin yeterince askeri yoktu, askeri gücü de önemsiz sayılırdı, biraz deniz kuvvetleri iyiceydi ama Meksika olası kapışmayı karada yapacaktı.

    Önce Teksas’ta ki bağımsızlık yanlısı Amerikalıların icabına bakacaktı.

    Alamo efsanesi de zaten böyle doğmuştu, altı üstü 200’den az sayıda ki beyaz adam, 3 bin kişilik kötü donatılmış ve çok kötü idare edilen esmer çocuğu iyice benzetmişti, her ne kadar Alamo düşmüş ve içinde ki herkes kılıçtan geçirilmiş ise de artık efsane haline gelmişti. (Yalnızca birkaç kadın -çocuk ve zenci köleler serbest bırakılmıştı)

    Bir sonra ki kapışmada ise Bağımsızlık yanlıları öğlen uykusunda bastırdıkları Meksika ordusunu 15 dakika içinde yok edeceklerdi. Santa Ana, sıradan bir nefer kılığında yakalanmış ve bir sürü hakarete uğramış ama yağmur yağdı misali kaçak davranmış ve canı bağışlanmıştı.

    Sene 1830ların ortasını geçiyordu. Teksas önce bağımsız bir cumhuriyet olacaktı. Dokuz yıl sonra ABD’nin bir eyaleti haline gelecekti. Ama daha sırada olağanüstü zenginliği ile Kaliforniya vardı. Washington bakmıştı ki bu esmer çocuklar çok bağırıyorlar ama sıkıyı görünce dağılıyorlar. 1847 senesinde harbiden bir savaşı başlatmışlardı. Ta Meksiko City denilen başkentlerini işgal edene kadar da bu savaşı sürdürmüşler ve Kaliforniya da Amerika topraklarına zor yoluyla katılmıştı.

    Esmer çocuklar artık uzun bir süre seslerini çıkartmayacaktı.

    Ama, okyanusun öte tarafında dinci yobaz, yolsuz, çapsız bir başka grup esmer çocuk vardı ve ta Amerika’nın burnun dibinde ki bazı adacıklara sahiplerdi.

    ABD, İngiltere ile kapışmaya cüret edebilmişti, İspanya imparatorluğu, onlar için çocuk oyuncağı olacaktı.

    Haftaya sırada İspanya var!

    Ne dersiniz bu Amerikalı sizce çirkin mi?