Korona günlerindeki zorunlu ev hapsi, insanı; geçmişe ve bu güne dair okumaya, düşünmeye ve muhakeme etmeye yönlendiriyor ister istemez.” Eğer o dönemde, şöyle yapmasaydık, böyle olmazdı.” gibi cümlelerle geçmişte yapılanları, yaşananları irdelemek, kendimizce yargılamak ve bu güne etkilerini anlamaya çalışmak çok da zor değil aslında. Üstelik buna bolca vaktimiz var.

Virüs yüzünden, okullar kapalı, işyerleri kapalı. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını da evde kutlayacağız. Aslında önemli günleri, gündemleri paylaşamamak kötü hissettiriyor insanı. Oysa geçtiğimiz günlerde bir eğitim mucizesi olan “ Köy Enstitüleri” nin kuruluşunu kutladık. Aslında birlikte kutlayamadık tabii ama, yine de o Türk Mucizesi eğitim sistemini yani “Köy Enstitülerini” yazmamak ve ondan övgüyle söz etmemek olmaz!

Onlar, kulluktan yurttaşlığa dönüşümün, genç Türkiye Cumhuriyeti’ nin toplumsal dönüşümünün, uygarlığa giden yolunun mimarlarıydılar. İlk olarak 1936’ larda deneme amaçlı başlayıp, 17 Nisan 1940’ta 4 kırsal yerleşim biriminde aynı zamanda kurulan “ Köy Enstitüleri’nin sayıları, aynı yıl 14’ e, 8 yıl içinde de 24’ e çıkarıldı. Bu dönemde köy çocukları, eğitildikten sonra köylerine, tarımda, iş de, san’at ta, zenaat ta ve sağlık alanlarında da bilgilendirilen öğretmenler olarak geri gönderilmişlerdi. Öğrencisi, öğretmeni, usta öğreticisi ile “ Köy Enstitülüler” İsmail Hakkı Tonguç’ un önderliğinde bir destan yarattılar. Onlarınki yalnızca bir eğitim değil, bir yaşam biçimiydi. Yaparak, yaşayarak, öğreniyorlar, üretiyorlar ve öğretiyorlardı. Kısa sürede köyü, köylüyü aydınlatan bu sistem, feodal yapıyı savunan karanlık güçlerin, tepkisi ve karalamalarıyla karşılaştı ve 1954’ te kapatıldı.
Oysa UNESCO tarafından dünyaya örnek gösterilen bir sistemdi “ Köy Enstitüleri Sistemi”.

İnsan düşünmeden edemiyor; kısa süre içinde onlarca yazar, sanatçı ve bilim insanı yetiştiren, binlerce insanı cehaletten kurtaran Köy Enstitüleri kapatılmasaydı eğer; Günümüzde hala töre cinayetleri olmazdı, okuma_ yazma seferberliklerine gerek kalmazdı. Feodal yapı ortadan kalkmış olurdu. Eğer kapatılmasalardı, bu gün tarım ürünlerinde bile dışa bağımlı, üretemeyen, borç sarmalı içinde bir ülke olmazdık. Eğer kapatılmasalardı, kimbilir belki de bilimde, sanatta, ekonomide lider, bambaşka bir ülke olurduk.

Ezberci ve sorgulamayan bir sistem yerine, çocuklarımız, yaparak yaşayarak yöntemiyle daha iyi bir eğitim alırdı. Büyük Önder Atatürk, çocuklara ve gençlere çok değer verirdi. Ülkenin geleceğini de onlara emanet etmişti. Hatta dünya da bir ilki gerçekleştirmiş ve çocuklara 23 Nisan’ ı bayram olarak armağan etmişti. Şimdi korona virüs yüzünden evlerde kutlayacağız bu çok özel bayramı. Yine çocuklarımızı mutlu edeceğiz.

Korona günleri insanlığa çok şey öğretti. Eğer korona felaketi olmasaydı, “küreselleşme karşıtlığı” nın haklılığı ortaya çıkmayacaktı. İnsanlık “piyasa_ devlet karşıtlığı “ üzerinde, yeniden düşünmeye başlamayacaktı. Devlet olmanın, sosyal devletin önemi, hiç bu kadar çok anlaşılmayacaktı. Eğer korona virüsü, gerçek bir savaşta bile olmayacak kadar fazla ölümü yaşatmasaydı insanlığa; hayatın anlamı ve savaşın anlamsızlığı üzerinde bu kadar çok düşünmeyecektik belki! Hatta daha da önemlisi, tatminsiz yaşamlarımızda, göz ardı ettiğimiz küçük mutluluklarımızın farkında olmayacaktık!

Kısacası artık düşünme zamanı insanlık için. Korona’ dan öncesi ve Korona’ dan sonrası çok farklı olacak. Yeni bir dünyaya doğru evrileceğiz gibi geliyor bana. “Korona Miladı” gibi bir dönem yaşayacağız sanki. Tabii eğer, virüsten yeterince ders almışsak...