BAZI konuları anıp geçiyoruz artık. Üzerinde düşünme ve gereğini yapma zahmetine girmiyoruz. Yılda bir gün konuşuyoruz, yazıyoruz, çiziyoruz sonra kaldırıp rafa koyuyoruz, günü gelince kullanılmak üzere.

BARIŞ da öylesi konulardan. Kendimize bakıyoruz, ülkemizi görüyoruz; çevremizdeki asker izlerinin, savaş sıcaklığının, canlara ve kanlara mal olan gümbürtülerin huzursuzluğunu yaşıyoruz. Barış yok. Oysa 1 Eylül 1939’da başlayan 2. Dünya Savaşı faciasından alınan dersle, Birleşmiş Milletler tarafından Dünya Barış Günü olarak benimsenmişti bu tarih.

HANİ barış?

BARIŞMAK işiymiş barışın temel anlamı. Barışık mıyız birbirimizle? Devlet devletle, parti partiyle, din dinle, mezhep mezheple… Birbirimiz hakkında yolsuzluk dosyaları düzenlerken barış içindeyiz diyebilir miyiz? Mezhepler arasında birbirini dinden çıkmakla suçlayıp ateşlerde yakma cezası, dinler arasında kan içme fermanları verecek kadar kendimizden geçerken, soralım: “Hangi barış bu?” Devletler arasında politikacıların doymak bilmeyen tutkuları yüzünden, dünyayı kana ve ateşe boğma eylemleri şu anda bile yaşanırken, nasıl sözünü edebiliyoruz barışın?

KALDI ki selam verirken, günaydınlaşırken, “Allahaısmarladık, iyi günler, iyi geceler!” cümlelerini güler yüzle ulaştırırken birbirimize ‘barış, rahatlık’ dilemiş olmuyor muyuz? İyi ve güvenilir sonuç dilemek değil mi selamın anlamı? Kişiden kişiye de, resmi ağızlarla devletten devlete de çerez yer gibi kullanmıyor muyuz bu sözcükleri, bu cümleleri?

BİR de “İslam’ız.” diyoruz. Sözcük kökünün anlamı ‘selam’ olan bir dinden olduğumuzun, farkında mıyız? İslamlıkla savaşın, savaş ve barış kadar zıt anlamlı sözcükler olduğunu hatırlıyor muyuz? Dincilerimizin etkisiyle ‘cihat’ sözcüğünü sadece ‘kanlı bıçaklı, bir amaca yönelik kavga’ anlamında kullanırken hata ettiğimizi kabullenmeyelim mi? Dini yaymak için uğraşma, nefisle (maddi biyolojik gereksinmelerle, bizi kötülüklere iten isteklerle) savaş anlamı üzerinde hiç durmayalım mı? Dini yayma uğruna cihadı baş köşeye oturtanların ‘barış’ denen bir kavramla yakınlık kurdukları oldu mu hiç?

EPİKÜR: “Ruhundaki barış tacı, saltanat tacıyla kıyaslanmayacak kadar güzel ve değerlidir.” Görüşündeyken; Tscherming: “Barışı sevin, kini kavgayı bir yana atın; çünkü bunlar bütün kötülüklerin anasıdır.” Yargısına varırken; Cicero: “En kötü barış, savaştan daha iyidir.” İnancındayken; Atatürk: “Yurtta sulh, cihanda sulh!” derken; Kurtuluş Savaşı’ndaki düşmanlarına, savaş süresinde bile, hakaret etmezken; savaşın daha dumanı üstündeyken ayağının altına serilen düşman bayrağına saygı gösterip onlarla en iyi dostlukları kurarken barış hâlâ yabancı mı bize?

BARIŞI başka yerlerde, başka kültürlerde aramaya gereksinmemiz yok bizim. “Yaratılmışı severiz, Yaradan’dan ötürü.” diyelim Yunus gibi… Barış bu cümlenin içinde.