Baharda geldiğimde toprak rengi olan ova, renk oynaşmalarını bitirmiş. Tahıllar hasat edilince sapsarı bir görüntüye bürünmüş. Serin bir gecenin ardından mis gibi bir sabaha uyandım. Hatta buradaki en güzek sabaha uyandım. Bizim seranın yakınına kışlamaya gelen yörük obasının sürüsü yayılmaya çıkmıştı. Bu saatte Korsakof'un Şehrazat'ı çalsa bu kadar mayışamazdım.


 Mevsim değişiyordu. Yazın son günü, 31 Ağustos sabahı güne söğüt'te başladım. Bizim Cemiyet Başkanı Mevlit Yeni'nin “İnşallah son olur temennisiyle paylaştığı “KAVRULACAĞIZ” başlıklı haberi okuduktan hemen sonra sırt çantamı alıp birkez daha Söğüt'ün yolunu tutmuştum. Gaye Doğanoğlu ablamın deyimi ile “sarıdan, kırmızıdan mora giden renklerin geçit töreni”ni izlediğim Söğüt bana nasıl bir “Hazan Karşılaması” hazırlamıştı acaba.

Baharda geldiğimde toprak rengi olan ova, renk oynaşmalarını bitirmiş. Tahıllar hasat edilince sapsarı bir görüntüye bürünmüş. Serin bir gecenin ardından mis gibi bir sabaha uyandım. Hatta buradaki en güzek sabaha uyandım. Bizim seranın yakınına kışlamaya gelen yörük obasının sürüsü yayılmaya çıkmıştı. Bu saatte Korsakof'un Şehrazat'ı çalsa (ki o dakikalarda telefonumdan Mozart dinlediğim doğrudur) bu kadar mayışamazdım.

Sürünün çanları serin sabahın cilası oldu. Ben seradan mis kokulu pembe domates, salatalık, kıl biber, maydonoz ve nane (Nane aromalı omlet) devşirirken dalgaya düşmüşüm, yanıbaşımdan geçip gitmişler.

Tam kahvaltıyı bitirip masayı toplarken yeniden çan sesi geldi. Makinayı kaptım, pikabı çalıştırdım biraz uzağımdaki sürüyü kaldırdığı toz bulutları arasında fotoğraflamaya çalıştım.

Bu arada pikapta bi sorun vardı ama fotoğraf beklemezdi, çünkü benim besin kaynağımdı. “Bu fotoğrafları siyah beyaz paylaşıp “1968 Harran Fikret Otyam” desem binlerce beğeni alacağını düşündüm.

Sürüyü arada durup fotoğraflayarak takipettim, obaya kadar gittik. Araçtan inip bişeyler yakalama fikri geri tepiyor, çünkü sayısını bilmediğimçoban köpeklerinden biri bi yerlerden çıkıp gelebilir.

Bu arada Yörük kardeşim “Usta ön lastik patlamış “diye seslendi uzaktan. Farkındaydım ama duramamıştım işte. Anız tarlasından dönüş yapmak istediğimde patlak lastik ile yumuşak göl toprağına gömüldüm.

Tam o anda uzaktan Turan'ın arabası göründü. Zaten stepneyle geliyormuş ama orada işi bitiremedik. Her şeyden önce yesyeni bijon anahtarı bildiğin eğiliyordu. Bijonlar fena sıkışmış. Yörüğün traktörü ile pikabı tarladan çıkardık.

Seranın önüne pikabı çektik, bijonlara küf sökücü döktük bekledik. Ama o da ne? Bijon anahtarından sonra yesyeni alınmış kriko, ilk kullanımda plastik leğen gibi yamuldu.

O işi de çözüp lastiği değiştirdik. Geriye, gittikçe kalitesi düşen ülkemden bir güniçi anısı ile hayatımda hiç bu kadar güzelini yakalamadığım sürü fotoğrafları kaldı.

Ve ben geçmişe yürüdüm. Eskiden ürünlerin tanıtımda sağlamlığı öne çıkarılırdı, şimdi fiyatı. Haketmedik mi? Başta ev alırken yaldızlı musluklara, varaklara bakarken sağlamlığını es geçmiyor muyuz?