“Toprağı vatan yapan uğruna dökülen kandır, destanları destan yapan; adı geçen kahramandır” diyesim geliyor bu dizeleri her okuduğumda. Evet Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye veya Kurtuluş Savaşı Destanı. 

Sosyal medya gümbür gümbür sallanıyor gene. Daha dün milli bayramlarda hastalanan, Anıtkabir’e girmekten imtina eden, bugün sefasını sürdüğü ülkenin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk adını anmaktan çekinenler, haa bir de “Asker Mustafa Kemal benim ama siyasetçi Atatürk benim değil” diyenler vardı.

Cumhuriyetin 100. Yılı. 

Lafı fazla uzatmayacağım, sonradan Atatürkçüler için şuraya o sürecin destanını bırakalım, zorlu bir sürecin finali. Evet özetleyerek. Onlar zaten tamamını asla okumazlar, okumayacaklar.

“Ateşi ve ihaneti gördük

ve yanan gözlerimizle durduk

bu dünyanın üzerinde.

İstanbul 918 Teşrinlerinde,

İzmir 1919 Mayısında

ve Manisa, Menemen, Aydın, Akhisar :

……

Adana, Antep, Urfa, Maraş düşmüş dövüşüyordu…

Ateşi ve ihaneti gördük.

….

Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,

en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat,

dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat…”

İnsan merak ediyor. Sırf güce tapınmak için, sırf “ben büyüğüm” demek için bir dönemi yok sayanların ruh halini merak ediyor. Bakın nasıl devam ediyor destan:

“….. Ve inekleri, koyunları, keçileri sürüp, götürüp,

gelinlerin ırzına geçip, çocukları öldürüp

ve istiklâli yakıp yıktıkça düşman,

dağa çıktı mavzerini, nacağını, çiftesini kapan

ve çığ gibi çoğaldı çeteler

ve köylülerden paşalar görüldü,

kara donlu köylülerden….”

Acaba diyor insan, senin kökün nerde, nerdeydi ataların bunlar yaşanırken. Yoksa bir kalıntımı vardı kökünde bu tecavüzlerden.

Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,

ne ağaç, ne kuş sesi,

ne toprak kokusu vardır…..

…. Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.

Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki

şayak kalpaklı adam

nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden

güzel, rahat günlere inanıyordu

ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,

birdenbire beş adım sağında onu gördü.

Paşalar onun arkasındaydılar.

O, saatı sordu.

Paşalar : «Üç,» dediler.

Sarışın bir kurda benziyordu.

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun başına kadar,

eğildi, durdu.

Bıraksalar

ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak

ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlıyacaktı…..

……Nurettin Eşfak baktı saatına :

– Beş otuz…

Ve başladı topçu ateşiyle

ve fecirle birlikte büyük taarruz…

Sonra.

Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.

Bunlar Karahisar güneyinde 50

ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.

Sonra.

Sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihâta ettik

Aslıhanlar civarında 30 Ağustos’a kadar.

Sonra…..

Evet sonra?

Hiç bitmediler, ülkesini satan, vatanına ihanet edenler hiç bitmedi. Genç cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal, yedi düvelle uğraşğı kadar da içerdekilerle uğraştı. 

Sağğı izin verseydi, ömrü yetseydi daha ne yapardı bilemiyorum. 

Sahi bir ara “2. Cumhuriyet“ diyenler vardı n’oldu?

Ben özetleyeyim, iktidardan aldıkları cesaretle kendi sistemlerini kurmaya çalıştılar. İktidar tehlikeyi gördü. Bir kez daha Mustafa Kemal ve Cumhuriyet değerlerinin nimet olduğunu idrak etti.

“Milliyetçilik” bir ara ayaklar altına alındı, “Halkçılık” halk sırtından sefa sürmek haline geldi, “Laiklik” unutturuldu, “Devletçilik” ‘Devlet fabrika işletmez’ diyerek gitti ama market, çay ocağı işletmesi olarak geri geldi. Sahi şu bedava çay-kek mevzuu yerel seçim öncesi geri gelir mi?

Neyse, zafere, coşkuya küçük hesapları karıştırmayalım. Sel gider kum kalır