Anayasa Hukukunu boşuna okumuşuz. Çünkü “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır” hükmünün geçerli olmadığını şimdi öğreniyoruz                                                                               

Nereden öğreniyoruz? Yeni bir Ergenekon Davası haline getirilmek istenen “Gezi Davası”nda tutuklu bulunan Osman Kavala kararından öğreniyoruz. Uluslar arası Antlaşmalarla yetkisini tanıdığımız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının hiçbir “kıymet-i harbiyesinin” olmadığını; AİHM: “Osman Kavala’nın tutukluluğunun hukuksal temeli yoktur” dediği halde davaya bakan Mahkemenin “tutukluluğunun devamına” karar vermesinden öğreniyoruz.                                                                                                                                                       

Sadece bu kadar mı? Hayır! ayrıca bugün açıklanan Sözcü Gazetesi Davasındaki mahkûmiyet kararlarından da Ceza Hukukunu boşuna okuduğumuz sonucuna varıyoruz. Gazetenin yazarları sanıklar Emin Çölaşan ve Necati Doğru'ya, 'FETÖ'ye bilerek ve isteyerek yardım etme' suçundan 3 yıl 6 ay 15'er gün hapis cezası verilmesi; yıllardan beridir Fetullahçı Terör Örgütüne karşı oldukları açık ve kesin olarak belli olan iki yazarın yeterli kanıt olmaksızın mahkûmiyetleri, en hafif deyimiyle hukuk adına kaygı vericidir.

Bugün Türkiye’nin en çok satan iktidara muhalif Sözcü Gazetesini susturmak, sindirmek ve teslim almak için yapılan bu siyasi manevraya hukukun alet edilmesi Türkiye’deki bütün muhaliflere yönelmiş bir gözdağıdır. Bu mahkûmiyet kararları, iktidardan gelen her çeşit hukuk dışı baskılara ve kumpaslara karşı yargının hukuksal koruması altında olduğunu düşünen yurttaşların hukuk güvenliğini ortadan kaldıran kararlardır. Üst Mahkemelerin hukuka, toplanan kanıtlara, gerçeklere bu kadar aykırı bir kararı bozsa bile aynı güvenin yeniden sağlaması çok zordur. Çünkü Ergün Poyraz davasında olduğu gibi yıllarca tutuklu kalma endişesi yanında, sanık sandalyesine oturtulmanın yarattığı huzursuzluğun çekilmesi testi kırılmasa da çatladığı anlamına gelir. 

Mahkeme; internet sitesinin yayın yönetmeni sanık Mustafa Çetin ve Genel Yayın Yönetmeni Metin Yılmaz'ı da aynı suçtan 3 yıl dörder ay hapis cezasına mahkûm etti. Gazetenin yazarından muhasebe memuruna kadar hepsine mahkûmiyet verilmesi kararın hukuksal değil siyasal olduğunun açık kanıtıdır.

Bu konuda CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “Baskıyla, mahkemeleri hâkimleri elde ederek, hâkimlere  ‘şuna şu kadar ceza verin, şunu tahliye edin, bunun yurt dışı çıkış yasağını kaldırın’ diye talimat vererek hukuku sağlayamazsınız, demokrasiyi getiremezsiniz. Türkiye’nin geldiği nokta maalesef budur” sözlerine aynen katılıyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti Ordusunun bütün üst düzey subaylarını tutuklayan ve 15-20 yıl hapis cezalarına mahkûm eden Fetullahçı Terör Örgütü üyesi Yargıçların bugün ne halde olduklarını görüyoruz. Meslekten atıldılar ve yıllarca hapis cezasına mahkûm edildiler.

Mahkemeler üzerindeki siyasi baskının kaldırılması zorunludur.

Yargı bağımsızlığı ve Yargıç güvencesi için yarım yüz yıla yakındır verdiğimiz mücadelenin boşa çıktığını görmenin üzüntüsü içindeyiz. Almış olduğu hukuk eğitimini yok sayarak karar veren yargıçların, yargıya güveni yok ettiklerini bilmeleri gerekir.

AKP iktidarı Orduyu, Dış işlerini, Eğitimi, Sağlık Sistemini bozduğu gibi Yargıyı da mahvetmektedir. Bu yoldan dönülmesinde sayısız yararlar vardır. İnsanların uğradıkları haksızlıklar karşısında, doğruyu ortaya çıkaracak, kendisini tarafsız ve nesnel (objektif) yargılayacak mahkemelerin varlığına inanmaları, siyasal iktidarın kendisinden daha önemlidir. Çünkü siyasal iktidarlar değişir, değişebilir olmalıdır. Sultan Süleyman’a kalmayan dünya, sonsuza kadar hiçbir iktidara da kalmaz.