Yaz
derken, güz de bitmiş. Ayaz yavaş yavaş ayaklarımı üşütmeye başlamış. Çorap,
uzun kollu gömlek, kazak derken bir de baktık ki, İzmir ve bölgesinde deprem.
Ayaz, soğuk mu dedin. İliklerine kadar nasıl üşünür git de gör.
Beşik
değil sallanan evler, devasa binalar. Cam kırıkları ne ki, can kırıkları dolu
sokaklar. Yaralar sarılır sorun değil. Her gün deşiyor böğrümü bir şeyler.
Sonunda da kanıyor bir başka yerinden yaram.
Uzaklardan
hissetmiştim Gölcük depreminin korkusunu o gece yarısı uykudan uyanarak. Şimdi
de güneşli bir sonbahar günü öğleden sonra.
O
zamanda koşmuştu bu halk, etkili ve yetkililer Ankara'da "ne yapalım
toplantıları" yaparken.
Etkili
yetkililer kameralar ile gelir giderken çıktı aç ve susuz yer altından, göçükten
o küçük yürek, AYDA GEZGİN.
Bir
yaşam üçgeni göçerken, bir yaşam üçgeninden;
O
cesur yürekler kurtarmıştı onu, tozu toprağı soluya soluya yer altından. Güzel
yüzleri tozdan seçilmese de biz onları kırmızı giysileriyle sevmiştik. Öpülesi
alınlarından, tozlu yanakları, giysilerinden.
Hem
de boyalı ayakkabıları, ütülü pantolon ve gömlekleri ile ekranlara konuşan
"amca beylerden" çok…
Yerin
altında 91 saat. Bir gün 24 saat.
Kaç
gün siz sayın, aç-susuz-anasız-babasız-sevgisiz-ilgisiz- ...siz- .....siz- ....siz...
Evet ya siz?
Ambulans
telaşlıydı. Hastaneye kucaklarda geldi. Sevgi sardı, şefkat sardı her yerini.
Ve annesi aklına gelmişti ama, kime ne diyebilirdi ki. Başında, sağında solunda
alet, edevat cihazlar.
Bir
ara doktorlarına "köfte" dedi.
Belki
annesine de söyleyecekti bir porsiyon daha, ama soracağı bir tanıdık yoktu ki.
Susmuş, için için ağlamış ve annesini sormuştu belki. "Acımın içindeyken
dokunmayın" diyen babasından sonra.
Ayda,
köfte istemişti. Ah be Aydam, köfteden bol ne var ki, bu ülkenin güzel
insanları sana köfte yağdırırlar. Ve yağdı da.
Ama
başka soru sorma emi. Sorma be AYDA GEZGİN.
Sana
verilecek yanıt yok şimdi, 38 yaşındaki gencecik FİDAN GEZGİN ile ilgili.
Kim
diyebilir ki sana, "Ayda, Annen yok artık. O öldü" diye.
Ve
sevgili Ayda, bu yara sende hep kanayacak.
Her
yılın Mart ayı gelecek "1-7 Mart" tarihleri öncesi ve süresince duvar
panolarında ve TV reklamlarında şunu duyacak ve okuyacaksın.
DEPREM
DEĞİL, İHMAL ÖLDÜRÜR; Deprem Haftası." diye.
Sonra,
her 29 Ekim’de Cumhuriyet ilan edilmiş diye tam sevinmiş, kutlarken, bir de
bakacaksın ki gün bitmiş gece olmuş ve 30 Ekim.
O
gün öğleden sonra yaşadığın depremi, artık bundan sonra her yıl sabahtan
yaşayacaksın bu kez, haberler ile yıl, yıl. Ama, yılma emi yaşamaktan.
Anneli
başladığın sabahların kahvaltı tadını bile unutturacaklar sana. Her TV kanalı
röportaj yapacak, gazeteler neler yazar kim bilir.
Ah
be Ayda, ben de bilmiyorum bu ülkede, dünyada kaç Ayda senin gibi kaybetti annesini.
Yanan yüreklere su bile serpilmezken.
Bu
günler bize, senin acını ile bile "Cambaza bak" oyunu gibi
seyrettirilir iken, yarın sen de acını içine gömüp, sen de unutacaksın yürek
yangınların arasında, yüreğine sarıp gömdüğün anneni, anneciğini.
Unutturacaklar, yeni dertler, depremler, acılarla.
Artık
bu ülke, acının bile yüreğinde yaşanmadığı bir hal alıyor.
Her
gün bir yerinden göçüyor. Her gün bir yeri acıyor.
Her
gün bin Ayda, "köfte" istiyor ama, kulaklar sağır, gözleri körlerle
doluyor.
Yine
imar afları çıkacak, yine iş bilen iş adamı, memur, amir, etkili yetkili annenin
kefen parası ile aldıkları zırhlı ‘cip’lere binecek, depremlerde göçmeyecek
rezidanslarda, konaklarda oturacaklar.
Hadi
sen şanslısın. Senin yaran sarıldı. Ama başka yarası sarılmayan Ayda'ların
acıları üstüne otura otura keyif çatanları seyredeceğiz. Bağırsak, boğazımızı
sıkarlar, biz de yorulduk be sevgili Ayda. Her acıya yürek sarmaktan. Ama biz
buyuz işte, ah ede ede başlarız yine yarın sabah umutları sulamaya. Savaşa.
Yılmak yok.
Yüreksiz,
vicdansız ve ahlaksızlar yine ortalıkta alkışlanacak, baş tacı edilecek. Bu
günlerde geçince, sana "Ana acısı" yaşamak, bize de sen ve ülke acısı
ile yaşamak kalacak.
Sen
bilemezsin sevgili Ayda, kocaman göbekli bir adam vardı, Yıldırım Gürses diye,
onun bir şarkısı çınladı yüreğimin bam telinde.
Biraz
hüzün, biraz acı ve biraz da umutsuzluk kokan.
"yine
mevsimler dönecek,
yine
yapraklar düşecek
giden
gençliğimiz
geri
gelmeyecek."
Senin
annen, gencecik FİDAN gibi.
Evet
ya, bizim gençliğimiz, umutlarımız, hayallerimiz, onurlu mücadelemiz gibi,
senin de acılar içinde hep özleyeceğin bir ANNEN olacak artık
Evet,
annen hiç dönmeyecek biliyor musun?
Hem
de başka Ayda’ların annelerine mezar olacak, kaçak, ruhsatsız, demirsiz,
çimentosuz binalara yine ruhsatlar verilecek, yine akçalı işler olacak, yine
aflar gelecek de, annen, evet ya, Fidan Annen gelmeyecek.
Biliyor
musun?