Herşey bununla başlıyor, aslında. Belki doğmadığımız ama yaşadığımız, çalıştığımız, para kazandığımız, havasını teneffüs edip, suyunu içtiğimiz kentimizi ne zaman ki tüm yaşayanlar olarak sahipleniriz, işte o zaman rantın, talanın, yağmanın önüne geçebiliriz…
Bugün sosyal donatı alanları kolayca elimizden kaçırılıyor, sahiller işgal ediliyor, ormanlar talan ediliyor, sularımız yok ediliyorsa tüm sebebi aslında kenti sahiplenememek…
Maalesef bazı yöneticiler bile sahiplenmiş değil, sadece öyle gözüküyor. Seçilmiş ya da atanmış tüm yöneticilerin, demokratik kitle örgütlerinin, kent sakinlerinin aynı zamanda kentin sahibi olmasını sağlamak lazım…
Bu zaman alacak ama sonuçları güzel olacak çok önemli bir adım…
Ama fedakarlık gerekiyor. Bazı yetkileri paylaşmak gerekiyor…
Egolarımızdan arınmak gerekiyor…
Ben değil, biz diyebilmek gerekiyor…
Nasıl mı olacak bu…
Seçilmiş ve atanmış yöneticilerin katılımcı anlayışla kararlar alması, kenti yönetmesi için yapılacaklar belli aslında…
Bir proje üretilirken, paydaşlarla değerlendirmek, projeden yararlanacak kesimle görüş alışverişinde bulunmak lazım…
Aylık, haftalık toplantılar yapılmalı…
Gerektiğinde kamuoyu araştırmaları, anketler yapılmalı…
Meslek odaları, demokratik kitle örgütleri ile teması kesmemek, fikirlerini almak lazım…
Sadece danışmamak, danıştığımızı hayata geçirmek lazım…
Meclislerde karar alırken, komisyonların uzmanlardan yararlanması lazım…
Halk günlerinin yapılıp, halkın ihtiyaçlarının alınması lazım…
Daha pekçok adım ve dokunuşla yapılacak çok şey var…
Ama dedim ya önce bazı duygularımızdan arınmamız gerekiyor…
Hayal değil bu…
Bunu başardığımızda sadece belli bir grup bu kentin çıkarlarını savunmak zorunda kalmayacak…
Her isteyen de öyle elini kolunu sallayarak kamunun hakkına göz dikemeyecek…
Sizce de yaşam kalitesinin ve refahının arttığı, yaşanabilir bir kent için hepimizin kentin sahibi olması lazım değil mi…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.