Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (UM:AG) öncülüğünde bu yıl 26'cısı düzenlenen ADALET ve DEMOKRASİ haftası etkinlikleri içerisinde; Yerel Yönetim Araştırma Yardım ve Eğitim Derneği (YAYED)nin "NEOLİBERALİZMİN 40. YILINDA NE YAPMALI konulu konferansını izledik, dinledik ve konuştuk. Prof Dr'lar, Bilsay KURUÇ, Kokurt BORATAV, Oktar TÜREL, Ali Murat ÖZDEMİR ve Deniz YILDIRIM'ın yaptığı konuşmalar her zamanki gibi muhteşem ve ufuk açıcı idi.

--Genellikle özel bir yazı yazıyor isem, hani ne olur olmaz bir okuyanı olur ise, en azından aynı sözcükten aynı şeyleri mi anlıyoruz diye, bazı sözcük ve kavramları ortak sözlük dili ile tanımlamaya çalışırım. Bilsay Hocam da öyle yaptı. Herkes, ha bire "LİBERALİZM, NEO-LİBERALİZM diye yazıp çiziyor da nedir bu liberalizm" diye bir soru ile başladı konuşmasına.

O kafadan bir tanım yaptı ama, ben önce sözlük tanımlarını yazmak isterim. Fransızca kökenli bu sözcük: "Liberalizm: 1. ECO: Bireyin özgür olmasını ve ekonomik güçler arasında özgür yarışmayı, devletin bireyler, sınıflar ve uluslar arasındaki ekonomik ilişkilere karışmamasını isteyen siyasal ve ekonomik öğreti. Eş anlamlısı: erkincilik

2.FELSEFE TERİMİ: Herkese vicdan, inanç, düşünce özgürlüğü tanınmasının gerekli olduğunu savunan, özgür düşünceye bağlı dünya görüşü TDK sözlüğü ise: 1. sıfat Hürriyet ve serbestlikle ilgili

2. Serbest ekonomiden yana olan (kimse, parti vb.), liberalist

3. Hoşgörülü, " demekmiş!..

--Oysa, Bilsay Hocam, kafadan, ben yabancı kökenli sözcükleri pek sevmem ama, bazen de yapacak bir şey diyerek, Liberalizm sözcüğünün ekonomi dilinde ki TÜRKÇESİNİ söyledi:

LİBERALİZM: SERMAYE DÜZENİ.   Evet ya aynen böyle. Derdim sizlere, ders vermek değil; derdim, hepimizin sistem içinde ne güzel de uyutulduğumuzu anlatmak. Keşke bunları yazanlar çok olsa. Hatta ilimde ki, adını 1980 öncesinden alan bir derneğinin yöneticilerinin bile okumayacağı bu yazıyı onlar yazsa. 1980, 90 yıllarda moda olan GLOBALLEŞME sözcüğünü etkili ve yetkililer açıklarlarken, bize "kapıları bir açalım, uluslar arası sermaye, donunuzu bile alacak" demediler. Köyünden, gecekondusundan valizini alan Avrupalara, Dünyanın her yerine gidecek dediler.

--Oysa, bir de baktık ki, bizimkilerin valiz bile almaya mecalleri/güçleri yokken; Avrupa’dan, Asya'dan valiz bile almadan gelip, bizde aylarca krallar gibi yaşayan, kalan emekli-emeksizleri gördük.

--Gördüğünüz gibi, Liberalizm'i de özgürlük, eşitlik gibi tanımlayanlar, sermayenin kendisi ve işbirlikçileri.  Oysa böyle bir şey yok. Evet bir özgürlük var. Ama o da, SERMAYENİN, PARANIN ÖZGÜRLÜĞÜ. Birileri "ÖZGÜR" olur iken, sesi kısılan kim? Onu da siz söyleyin, yok öyle "akıllı, deliye söyletir" uyanıklığı. 1979'lu yıllar, ülkenin kaderinin değiştiği yıllardı. Halk, halk ile çatıştırlıyor, sağdan da, soldan da aydınlar öldürülüyordu. O yıllar Hacettepe'de öğrenciyim, öğretim dönemin de son günleriydi, 11.Temmuz.1978;Bilsay Hocamın da dediği gibi ilk kurban Bedrettin CÖMERT ile başlamıştı kıyım.  Malatya Belediye Başkanı Hamit FENDOĞLU, Savcı Doğan ÖZ, Gazeteci Abdi İPEKÇİ, Emniyet Müdürü Cevat YURDAKUL'un öldürülmeleri ile sürecin devamı idi..

--Ta ki 24 Ocak 1980 EKONOMİK İSTİKRAR TEDBİRLERİ/KARARLARI ile başlayan ve 12 Eylül Askeri darbesi ile devam edene kadar.

--Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, kuruluş felsefesi ve ilkeleri gereği, her ne kadar Demokrat Parti, Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi ile Devletçi gelenekten kovuklar açsalar da, özel sektör desteklenip teşvik edilse de, ta ki 24 Ocak Ekonomik İstikrar kararlarına kadar TC Devletçi bir ekonomik sisteme sahipti. Bu tarihten sonra, ülke ekonomisi ve kaynakları uluslararası sermeyenin önüne atıldı. Peşkeş çekildi. Cumhuriyetin ilk nesli, o kadar kıtlık ve olanaksızlığa rağmen, hem yeni bir Cumhuriyet ve devlet kurmuşlar, hem de Osmanlı'nın borçlarını ödemişlerdi. Sonra ki nesil, "her mahalle de bir zengin yaratacağız" safsataları ile kendilerini batırdıkları yetmiyormuş gibi, oğullarını da borçlandırdılar. Bu borçlu nesil de, babalarının, kendilerinin borçlarına yenilerini ekleyerek, torunlarında BORÇ MİRAS bırkır oldular. Peki o zaman sormak gerekmez mi, Cumhuriyetin ilk nesli, yeni devlet, yeni düzen kurup, Osmanlının borçlarını ödeyip, Uçak, Lokomotif, Basma, Motor, Şeker Fabrikalarını kurarken; yeni neslin 24 Ocak 1980'den sonra alınan kararlar ile, kıçına giyecek donu bulamamasını nasıl açıklayacaksınız?

--Değerli Hocam Bilsay Kuruç, Korkut Boratav ve diğerlerinin dediği gibi, ülke kaynakları, halka değil, sermeye sınıfına, Kapitalistlere, Liberallere, neo-Liberallere peşkeş çekildi.

--Yerli ve Milli mavraları ile dinci ve sözde Milliyetci kanatlar köpürtülerek, halk ve aydınlar da susturularak, bu günlere gelindi

--Sorun ortada. Hocaların dediği gibi, artık NE YAPMALI sorusuna verilecek yanıt var. Yapılacaklar belli. Asıl sorun NASIL ve KİMLER İLE YAPMALI'da.

Sorun, ne yazık ki ne ve nasıl yapılacağından çok, kimlerin ne yapması gerektiğinde.

Ayrışmak için gerekçe çok. Sağcı, solcu, dinci, Milliyetci, Kürtçü,.... say say bitmez. Bu kimin ne işine yarıyor. Bunların işine yaramadığı kesin de. O zaman nasıl yapmalı sorusu önemli

--Ya, sözlüklerde yazanları size anlatanları ya da bu yazıda olduğu, konferanslarda o yaşlarına rağmen gençlere taş çıkartacak hocalarımızın dediği gibi, KENDİMİZİ tanımlayıp, ne olduğumuzun farkına vararak, bir şeyler yapmalıyız.

--Yine top Nazım Baba'da kaldı: O da SANA DİYOR Kİ:

--"..Ve bu dünyada, bu zulüm

senin sayende.

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

kabahat senin,

— demeğe de dilim varmıyor ama —

kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!