Doğamız, insanımız, kentimizle ilgili canla başla çalışıp; doğru, iyi, güzel işler yapanlar yanında yanlış ve eksik yapanlar da var…

Bunlardan ilkini yüreklendirir desteklerken, ikincisini uyarıp eleştirecek ve uygar yol ve yöntemlerle cezalandıracağız elbette…

Yani bunlardan sadece birini yapmayacağız….

Ama kabul edelim ki; toplum olarak, övgüde cömert olamadığımız kadar, eleştiride savurganız.

Bu iki özelliğimiz üzerinde bir parça durmakta yarar var: 

Övgüden başlayalım… 

Övgü; iyiyi uzaktan alkışlayıp, olumsuzluklara aldırış etmemek pasifliği olmamalıdır.

Övgü; övgüye değer işi yapana aktif geri bildirim vermek dahil olmak üzere, beğenilen şeyin daha da iyi olması için, elden geldiği kadar yardımcı olmayı da içermelidir.

Yergi ya da eleştiriye gelince…

Hoşnut olmadığımız şeyler nelerse onların daha doğru, daha tam ve daha güzel hale getirilmesi için, bu konularda benzer duygu ve görüş sahibi olanlarla dayanışma içinde çalışmazsak, yakındığımız şeylerin sorumluları arasında sayılmaktan kurtulabilir miyiz?

Hayır!

Toplumsal eleştiri, kendini temize çıkarmak için yapılmamalıdır. 

Toplumsal eleştirinin muhatabı, öncelikle olumsuzluğa neden olanlar ise, hemen ardından gelen muhatabı, eleştirilecek durumu gördüğü halde tepkisiz kalanlar olmalıdır. 

Yakınıyorsak, “Bu konuda ne yapabiliriz?” sorusunu da sorabilmeli, bulduğumuz cevapların gereğini hayata geçirmek üzere sorumluluk üstlenebilmeliyiz.

Çünkü; tamamlayıcı, düzeltici, iyileştirici, güzelleştirici eylemlere dönüşmeyen eleştiriler, farkında olmadan bile olsa, yapılan hatalara ve giderilemeyen eksikliklere toplum tarafından tahammül edilmesini kolaylaştırmaya yarar.

Unutmayalım ki, işaret parmağımız ötekini gösterirken, geri kalan parmaklarımız kendimizi göstermektedir. 

Kentler ve beldeler, bizi temel olarak var eden, besleyen ve geleceğe taşıyan maddi ve manevi kültür ortamlarıdır.

Bu ortamlar, temel toplumsal ihtiyaç alanlarında sakinlerinin ortak yararına olarak işleyen, yasal ve gönüllü bazı mekanizmalar sayesinde varlığını sürdürür.

Temizlik, eğitim, sağlık, barınma, güvenlik, sosyal dayanışma, doğa ve çevreyi koruma, ekonomik refah gibi…

Bu mekanizmaların işleyişleri, öncelikle merkezi ve yerel yönetimlerin sorumluluğunda olsa da toplum üyelerinin değerlendirici, yönlendirici veya tamamlayıcı aktif ilgisi olmadan kendilerinden beklenen işlevleri yerine gereğince yerine getiremezler. 

Bu yüzden; mahallerin, beldelerin nitelikli ve sürdürülebilir düzenlere kavuşmaları kadar, benzerleri arasında öne çıkan, tercih edilen yerler olabilmeleri için, orada yaşayanların aktif ilgilerine ihtiyaçları vardır.

Her mutlu toplumda, bir araya gelerek, ortak yarar alanlarının işlerliğini artıran, zenginleştiren, düzeylerini yükselten gönüllü birliklerin olduğunu görürüz. 

Bunun olmadığı yerlerde ya henüz toplum olamamış topluluklar/cemaatler ya da dokusu çözülmekte olan toplumlar götürürüz.

Dokusu sağlam toplumlarda, toplumsal yarar alanlarında karşılık beklemeden ilgi ve sorumluluk üstlenen insanlardan oluşan gönüllü toplulukları vardır. Bunlar, sorun ve iyileşme-gelişme alanlarına dışlayıcı olmadan odaklanarak, yöntemli ve etkin çalışarak, toplum bütünü için yarar üretirler. Böylelikle salt ele aldıkları sorunun çözülmesine ya da gelişme alanının genişlemesine etki etmezler, başka nedenlerle birbirinden ayrılmış ya da uzaklaşmış olabilecek toplum kesimlerinin birbirine yaklaşması, kaynaşması gibi çok önemli bir sonuca da hizmet ederler. Bu türden topluluk üyelerinin kendilerine sundukları yegâne yarar, yaptıkları sayesinde duydukları başka hiçbir hazla karşılaştırılamayan insani bir hazdır.

Mahalde gönüllü topluluklarının çoğalması, birbirileri ile dayanışması, özerkliklerini koruyarak desteklenmesi gibi konularda yerel yönetimlere çok önemli görevler düşer.

Yerel yönetimlerin; gönüllü topluluklar ile bireylerin, kent, çevre ve insan yararına çabalarını sürdürmek üzere fikir alışverişinde bulunabilecekleri ortamlar ve tesisler oluşturma ödevleri ardır. 

Bu yapılırken gözetilmesi gereken en önemli ilke, gönüllü faaliyetin özünde yatan ‘iyi niyet’in ve ‘kendine yeterli açık amacın’ başka bir yan, üst veya saklı niyet ve amaca hizmet etmemesi gereğidir.

İçinde yaşadığımız zamanlarda toplumsal sorunların aşırılaşmış, ajite olmuş ve değersizleşmiş gündelik politikanın her meseleyi kendi kısa erimli ve dar kapsamlı yararı için istismarı, gönüllü çalışmaların en önemli başa çıkma alanlarından biridir.

Kentler ve beldeler; farklı aidiyet, kimlik ve ilgileri olan insanların ortak yaşam alanlarıdır. Gönüllü kuruluşların, bunların hepsinin üzerinde ittifak edecekleri ve sonuçlarından yararlanacakları toplumsal sorun ve/veya gelişme alanlarına odaklanarak kapsayıcılıklarını artırmaları beklenir.

Yerel seçimlerin henüz sonuçlandığı bir dönemde, umudun gerçekliğe dönüşmesi için kent gönüllülüğünün kapsayıcı ve dönüştürücü bir iyilik gücüne erişmesini dileriz.

“Kendi bölgelerindeki toplumu daha iyiye götürmek için zamanlarını, yeteneklerini ve kaynaklarını kendilerinden daha az şanslı olanlara yardım etmeye adayıp, belli tasarılarda gönüllü olarak iş birliğine giden insanların yaptıklarına fedakârlık, özgecilik, komşuluk ya da insancıllık adını erebilirsiniz. Ya da kişinin diğerlerine duyduğu merhamet ve sevgi diyebilirsiniz buna. Hangi terimi kullanırsanız kullanın, böyle bir gerçek vardır ve toplumsal bir olgu olarak uygarlığın amentüsüdür.”