Mehmetçiklerimizi, o gencecik ana kuzularını toprağa verdik! Şehitlerimizin, acısı bir kor gibi yüreklerimizi yakarken, anababalarının hali, yaşadıkları ve bir ömür yaşayacakları keder, hepimizi kahrediyor! Evlat acısı yaman bir acı. Televizyon haberlerini izlemeye, yeni acılar, yeni ölümler görmeye kimsenin tahammülü kalmadı artık. Bu ara herşey öyle üstüste geldi ki; önce deprem felaketi, ardından şehitlerimiz, bir yandan bütün dünyayı tehdit eden virüs salgını, derken, kimsede yaşama dair iyi şeyler düşünecek hal kalmadı. Bir de mültecilerin sınır kapılarında, denizlerde lastik botlarla, çoluk çocuk yaşadıkları dehşet, hepimizi insanlığımızdan utandırdı. İnsanın insana zulmünü görmemek için televizyon seyretmekten vazgeçenler var. Artık kaldıramıyoruz bunca acıyı.

 

Dünya giderek yaşanılmaz bir hal aldı. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Örgütü’ nün toplantısında da vurgulandığı gibi, dünyada zulüm ve haksızlıklar had safhada. Geçen haftaki yazımda yazmıştım bunu. Sanırım örgütün dünya devletlerine bu konuda yaptığı uyarılara kulak veren ülkeler çok az. Oysa biz çocuklarımıza güzel bir dünya bırakmak zorundayız. Gelecek kuşakların mutlu yaşaması için bu şart!

 

Büyük Önder Atatürk; “Yurtta sulh (barış), dünyada sulh (barış)“ derken gelecek kuşakları düşünüyordu.Atatürk’ün döneminde dış siyasetinin ilkeleri onun şu cümlesinde vücut bulmuştu:“ Türkiye’nin güvenliğini hedef alan, hiç bir ulusun aleyhine olmayan bir barış, bizim daima genel kuralımız olacaktır.”

Bugün bile onun sözleri, dünya barışı için yol gösteriyor. Korkarım biz göremeyeceğiz amagelecek kuşaklar dünya barışını ve huzurlu, adaletli bir dünyada yaşamayı başarırlar. En azından öyle ummak istiyorum. Bu umudu yitirmememiz gerek.