Doğal
yaşamda herkesin bir yaşam alışkanlığı olduğu gibi, sosyal yaşamın da insanın
yaşamına kattığı çok şeyler vardır.
Toplumda
hiç bir şey yokken, bir şeyler yapılarak kişilerin ve toplumun farkındalığının yaratılması
için kullanılan bir deyimdir, "kurdun dişine kan değmeye görsün"
diye.
Bu, siyasi
anlamda çok farklı yerlerde, mesaj anlamında kullanılsa da, aslında bir
alışkanlık ya da yaşam biçimi yaratma modelidir.
Her ne
kadar olayın kötü, olmaması gerektiği anlatılsa da, toplumsal davranış biçimi
olarak karşılığı olduğu sürece, toplumda özellikle kadında şiddetin ve sokak
şiddetinin sonu gelmeyecektir.
Peki
toplumsal kuralları yasaların belirlenmesinde öncelik yasalarda mıdır yoksa
aile ve toplumun verdiği eğitimde midir?
Kuşkusuz
yasalar görmezlikten gelinemez, hatta yasalar toplumsal bir gereklilikten
ortaya çıkar. Ama bu gerekliliği ortadan
kaldıran şey de, eğitimdir. Çağdaş/medeni ülkeler ile geri kalmış, geri
bıraktırılmış, gelişmemiş, ülkeler arasında fark, aileden başlayan, toplumsal
olarak süren ve okullara kadar giden bir eğitim sürecidir.
Ekonomik,
sosyal olaylar ve dönemin ekonomik şartları gereği geleneksel aileler dağılmış
ve burada verilen eğitim göz ardı edilmiştir. Eğitim, sadece okullara
yüklenecek bir sorumluluk değildir. Elbette ki okullar temel ve çağdaş
değerleri öğretecek ve bu eğitimin alınmasını sağlayacaktır ama ilk eğitim de
evde, ailede başlar.
Unutmayalım
ya da gözden kaçırmayalım, daha da ilerisini göz ardı etmeyelim ki, toplumun
bozukluğundan, bozulduğundan söz ediyoruz da, aile yapısının bozulduğunu biraz
"es geçiyoruz".
Burada
aile yapısı, geleneksel aile ya da evlilikle oluşan aileler değildir. Elbette
ki çağın ve ekonomik koşulların getirdiği şartlar, insanları çok farklı yaşam
biçimlerine sürüklemektedir. Burada hem bireyleri hem de aileleri derleyip
toplayacak olan şey DEVLETTİR.
Evet
Devlettir ama, bu SOSYAL DEVLET olmalıdır.
Şimdi
burada devletin genel tanımlarından öte, devletin işlevine bakmak gerek. Bunu
çok farklı ve sempatik olarak nasıl tanımlarsak tanımlayalım; devlet, bir
toprak parçası üzerinde ekonomik, siyasal yapıyı güçle, yasal silah kullanma
yetkisiyle sağlayan yapıdır.
O yüzden
elbette ki devletin kutsanması gerekli ve güzel olabilir ama devletin
sürekliliğini sağlayan şey de, toplumsal uyum ve Jan Jack Russeu'nun dediği
toplum sözleşmesidir.
Özellikle
hakim sermaye yapısı kendi varlığını sağlamak ve güçlü kılmak için birinci
paylaşım savaşını çıkardı ve güçlü devlet yapısını ve imparatorlukları yıktı,
yok etti.
İkinci
paylaşım savaşı ile de, yeni oluşan ekonomik güç dengesi içinde, sermaye kendi
sistemini oluşturdu sosyal devleti ve sosyalist devletleri dize getirip yok
etti.
Şimdi de
sıra ulusal devletlere gelmektedir.
En yetkili
ağızların olduğu uluslararası toplantılarda bile ülkemiz dahil birçok devletin
param parça edildiği harita ve resimlerin sergilenmesi ise, hoşunuza gitse de
gitmese de bu aşamanın ilk sinyalleridir.
Aileler
sosyal ve ekonomik koşullar gereğince dağıldı, dağıtıldı, sonucunda da toplum
bozuldu, çürütüldü; devletler de yurttaşlarına dönük sosyal devlet işlevinden
uzak, SERMAYEYE ödeme garantisi sağlayan yapılar haline getirildi.
Yurttaşlar
ile devlet arasına örülen duvar gittikçe yükselmekte ve devletin kutsallığı yok
olup, zaman ile de gerekliliği tartışılır hale gelecektir. "Üniter devlet
tartışmalarının da altında bu yatmaktadır.
Görüldüğü
gibi "önce ekmekler bozuldu". Sonra "o güzel insanlar"ın
çoğu da idam edilerek, kurşunlanarak,
param parça edilerek yok edildiler. Eğitim sistemi ile de sorgulamayı ve
düşünmeyi bir kenara bırakarak parası, olanağı olanların çocukları kolejlerde,
sıradan insanların çocukları ise yetersiz öğretmen sayılı okullarda
eğitilmeyerek istenilen hedefe doğru gidilmektedir.
Evet,
sermayenin dişine kan değmiştir artık,
bu kurulu düzeni ve işleyen sistemi bozmadan durmayacaktır.
Ne zaman
ki, 23 Nisanlarda TBMM'yi, 29 Ekimlerde Cumhuriyeti, 10 Kasımlarda da sadece
Atamızı anıp, bu değerlere sahip çıkmayıp sadece anmakla kalırsak, Atatürk'ün:
"Ey
Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet
muhafaza ve müdafaa etmektir." diye başlayan ve
..... Bir
gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak
için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân
ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve
cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin
mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt
edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin
her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha
vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve
dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri,
şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.
Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir."
Sözlerini
ve öğüdünü aklımızdan çıkarmazsak iyi olur. Ne dersiniz?