Yaz gelince, insanların yaşama bakışları da biraz gevşiyor, değişiyor ve rahatlıyor. Okul, iş tatilleri, tatil programları, tatil aşkları, serüvenler say say bitmez işler, düşler.


    Gidilen, yaşanılan her yere uygun, uyan insanlar, insancıklar.


    Hani filozof Herbert Spancer'in dediği gibi, gerçekten "Her İnsan Bir Dünyadır". Ki o dünyanın yazı, güzü, baharı ve kışı da var.


    Bir de yaşanılan dünyanın, evrenin küçük galaksilerinden birisi olduğu söylenir. Gözlemlenebilir Evrende 100 milyardan fazla galaksi (gökada) olduğu sanılmaktadır.


    Bu evren de içindeki dünya da insanları da bir alem vesselam.


    Evrende 100 milyardan fazla dünya gibi büyük-küçük dünyamsı gökada var; Dünyada da yaklaşık 8 milyar (7.879.044.000-3 Temmuz 2021) insan var.


    Bir de "her insan bir dünyadır" derken, insanların çokluğunu ve çeşitliğini vurgulamak isteriz.


    Dünyanın İnsanı ne ki, evrenin galaksi/gökadalarının yanında.


    Anlayacağınız öyle karmaşık ki, çorap söküğü gibi.

    

    Hani dedim ya, yaz geldi insanlarda da bir şeyler değişecek diye.


    Bundan üç yıl önce ne Coronavirus dünya salgını vardı ne de ülkenin bu kadar sorunu. Olsun kimin umurunda ki?


    Virüs değişim gösteriyormuş, aşıların ömrü üç aylık imiş, henüz dördüncü fazı tam sonuç vermemiş vs. vs.


    Cebinde parası olmadığı için evinden dışarı çıkmaya korkanlar, harçlık vermedikleri için çocuklarının yüzüne bakamayanlar, bir de yazlık yerlerde yaz aşkları.


    Eeee bu dünya böyle.


    Üniversite yılları gitmiştim arkadaşlar ile şimdi yerinde yeller esen o sinemaya. Ve yıllar nasıl da rüzgar gibi geçmişti.


    Evet yıllar nasıl da rüzgar gibi geçiyordu. Filmin adı da "Rüzgâr Gibi Geçti/Gone with the Wind" idi. Hoş kitabı da basılmış ve en çok satanlar arasında yer almıştı.


    Olaylar Amerikan İç Savaşı döneminde geçer. Savaşın zorluklarının yanında, insan olmanın verdiği yaşam savaşı; karşılıklı, karşılıksız aşklar; savaşın içinde savaşlar ve aşklar.


    Ülkem öyle bir hipnoz edilmiş, hurafelerle, yanlarla olsa bile öyle bilimsel yöntemlerle halkımız uyutuluyor ki, bilinen Süper Anne, Görünmez Kadın, Külkedisi Sendromu ve herkesin çok iyi bildiği celladına aşık olma durumunu olan "Stockholm Sendromu" bile masal gibi gelecek.


    Bir yerlerde ana kuzu asker, polis, siviller ölüyor gören, duyan yok, acı düştüğü yeri yakıyor ama, bir telefon iki şatafatlı laf ile de halkımız ikna olmuş durumda.


    Annelerine akşam eve gelmeyen babalarını soran çocuklar mı? Onların acıları tez söner, merak etmeyin. Dedim ya, birileri çıkar ve ülkenin durumunu sosyal psikoloji açısından analiz eder de, biz de yaşadığımızın adını öğrenmiş oluruz.


    Bir ülkede işsizlik almış başını gidiyor. Çalışanların üçte biri, dörtte biri asgari ücretli, genç işsizlik rakamları resmiyette ayrı, sokaklarda ayrı görünüyor.


    Güneyde, Akdeniz, Ege ve turizm yörelerinde artık "kiralık-satılık ev" ilanı göremiyorsunuz. Her şey, el altından. Evler, bahçeler, villalar karaborsada.


    Geçilmeyen yollar, köprüler, uçulmayan hava alanları, en az üç yerde maaş (diğerlerini söylemeyelim) alanların belirlediği "ASGARİ ÜCRET".


    Bütün bu olanlar yaşanırken korkum ne biliyor musunuz, yaşananları bilimsel ve akılcı yöntem ve deneyimli yöneticiler ile yapan bir iktidarın karşısında;


    İyi niyetli ve bir şeyler yapmaya çalışan partilerin bir kısım yetkilileri ile havanda su döven, hesap günü ortalıkta olmayacak, günü kurtarmaya çalışan yöneticiler.


    Eeee, siz ne mi yapıyorsunuz, sevgili halkım?


    Aaaaa mevsim yaz-bahar ya, siz yeşillikler içinde dışı boyanmış cilalanmış, içi hınca hınç aç, yok yoksul dolu insancıkların geçtiği trenlere!..

İnanmıyor musun? İktidarın dün "tu kaka" dedikleri ile "kuzu sarması", "kankam" dediklerine de, "mal da yalan, mülk de yalan, al bunlar ile kimse görmesin sen de oyalan" diyeceği günler yakın.

Film bittikten, "atı alan, Üsküdar'ı geçtikten", seçtiklerinizin de "adam kazandı" dediklerinden sonra uyanınca;


    Siz de anlarsınız, "Hanya'yı, Konya'yı"!..