Bugün 24 Temmuz Basından Sansürün Kaldırılışının yıldönümü..

24 Temmuz’un bir diğer önemi ise Lozan Barış Antlaşması’nın yapıldığı gün olması.

Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında itilaf devletlerinin ‘hasta adam’ olarak yorumladıkları Türkiye’ye destansı kurtuluş savası sonrasında masada boyun eğdikleri gün.

Son yıllarda ulusal bayramlarla birlikte varlık nedenimiz olan önemli günleri unutturma, yasaklama, kısıtlama çabaları hızla sürse de Lozan’ı unutmak olanaksız.

24 Temmuz Lozan Barış Antlaşması ise itilaf devletlerinin sırtını yere getiren Atatürk-İnönü ve arkadaşlarının önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz.

24 Temmuz, ‘Basında Sansürün Kaldırıldığı Gün’ olarak da kutlanıyor..

Bu nedenle de adına ‘Basın Bayramı’da deniliyor.

Gerçek öyle mi ?

24 Temmuz gerçekten basın bayramı mı ?

Basından sansür kaldırıldı mı, gazeteciler ve gazeteler özgür mü ?

Öncelikle vurgulamak gerekir ki gazeteciler bu bayramı asla ciddiye almıyor.

Bugün gördüğünüz gibi bayram haberleri pek fazla yer almıyor, daha çok resmi açıklamalar kullanılıyor.

Yasalar ‘Basın sansür edilemez’ diyor.

Pekala basında sansür, ifade edildiği gibi kalktı mı?

Bu soruya ‘evet’ demek mümkün değil..

Tersine gizli ya da açık baskılar neticesinde sansürün daha da arttığı da yadsınamaz bir gerçek.

Bir kere gazeteciler özgür değil.

Açık cezaevine dönüştürülen Türkiye’de tutuklu gazetecilerin sayısı sürekli artıyor.

Basında sansür genelde tek partili dönemlerde yaşanıyor.

Yönetenler sıkça ‘Basın ülkemizde özgür, gazeteciler istedikleri yazıyor’ dese de her şeyden öte gizli bir sansürün olduğunu kabul etmeyen yok gibi.

Öncelikle şunu vurgulamak gerekir ki yaygın basın olarak bilinen çok satan gazetelerin çok önemli bir bölümü holdinglerin, büyük sermaye guruplarının ve iktidara sırtını dayamış kişi ve gurupların eline geçti.

Patronlar, gazete, televizyon, radyo ve diğer kitle iletişim araçlarını ihale ve tahsis almak için paravan olarak kullanıyorlar.

Bunun için de iktidara eleştiri yapmak bir yana yağlama yıkama işini yapıyorlar.

Halkın haber alma hakkını kullandırmak yerine, iktidarın parlatılması için ellerindeki tüm olanakları kullanıyorlar.

Köşe yazarları ya işten kovuluyor, ya da yazıları tırpanlanıyor.

Haberciler sadece iktidarı öven haberler peşinde koşuyor, bunu yapmaları için zorlanıyor.

Yapmayanlar anında kapı önüne konuyor.

Basın mesleği öyle garip bir hale geldi ki gazetelerin yönetimlerini de, köşe yazarlarını da iktidar partisi tayin ediyor.

Hükümeti eleştiren köşe yazarı için ‘ maaşını sen veriyorsun, kov gitsin’ talimatını anında yerine geçtiren gazete patronlarının olduğu bir tablo ile karşı karşıyayız.

Çok satan gazeteler kendilerine ‘Ulusal basın’ adını verse de asıl ulusal basının yerel gazeteler olduğunu herkes biliyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “yerel basın fazilet adaylarıdır” diyerek önemini net bir şekilde ortaya koymuş olsa da yerel gazeteler günümüzde büyük sıkıntılar yaşıyor.

Yaygın basında olduğu gibi yerel basında da ‘bizden’ ve ‘bizden değil’ ayrımı yapılıyor ve bu ayrım giderek daha keskin çizgilerle ortaya konuyor.

İktidar erkini elinde bulunduranlar, yerel basının işini zorlaştırmak, yerel gazetelerin yok olmasını, silinmesini sağlamak adına her türlü çabayı gösteriyorlar.

Bunun son iki örneği icra ilanlarının kaldırılması ve ‘borcu yoktur’ yazısı istenmesi..

Görünen o ki bu iki uygulama zaten oksijen çadırında olan yerel gazeteleri iyice zora sokacak, bir bölümü kapısına kilit vurmak zorunda kalacak..

Bu iki uygulama bile basına gizli bir sansür olarak görünüyor.

İşte böylesine bir ortamda basında sansürün olmadığını söylemek iyimserlikten öte gidemez..

Biz gazeteciler için 24 Temmuz asla bayram değil,

24 Temmuz’da asıl bayram Lozan’dır..

24 Temmuz Lozan Barış Antlaşması ulusumuza kutlu olsun..