
Cengizhan Gököz
TÜRK YARGISINDA CEZA ADALETİ
25-26 Kasım 2014 tarihinde İstanbul’ da; Adalet Bakanlığı, Türkiye Barolar Birliği, Avrupa Konseyi, AB Temsilciliğinin katılımı ile gerçekleştirilen bir toplantı yapıldı.
Toplantıya Adalet Bakanlığı Bürokratları ile Bakanlık’ta ve yurdun değişik yerlerinde görev yapan Yargıçlar, Savcılar ile TBB’ yi temsilen Avukatlar katıldılar.
Biz de Türkiye Barolar Birliğini temsilen toplantıya katıldık.
Toplantıda Marcel Lemond’ un ‘Türk Ceza Adalet Sistemi İhtiyaç Değerlendirme Raporu ve Eylem İçin Tavsiyeler’ konulu raporundaki tespitleri ve önerileri tartışıldı.
Toplantının ve tartışmanın teknik boyutuna girmek istemiyorum.
Ancak toplantıda konuşulanlar ve tartışılanlardan çıkan en önemli sonuçlardan biri, ‘Adliyelerin Halka Açılması’ başlıklı tavsiyelerde yer alan hususlardı.
Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi’ nin bu konuda önerisi, Türk Ceza Yargısında jüri sistemine geçiştir.
Ülkenin gelişmişlik, insanlarımızın eğitim düzeyi ve demokratik davranış biçimleri dikkate alındığında; bir anda jüri sistemine geçişin sağlıklı olamayacağı düşüncesindeyim.
Nitekim bu düşünce Adalet Bakanlığı ve TBB tarafından dile getirilmiştir.
Bu konuda yapılması gereken, sayısı yüz bine yaklaşmış Avukatlardan talep edenlerin, Baroları ile TBB tarafından önerilmesi ve asgari 5 yıl Avukatlık yapmış olması koşulu ile Hakim ve Savcı olarak veya Hakim ve Savcı Yardımcısı olarak yargı sistemine dahil edilmesidir.
Halkın ve bireyin temsilcisi olan Avukatlar, bu suretle yargılama faaliyetlerine Hakim ve Savcı tarafında yer alarak halkın katılımını sağlayacaklardır.
Çok önemli bulduğum bu konu da, iktidarın düşüncesi ve uygulamasının daha farklı görünmesidir.
İktidar; HSYK, AYM, Yargıtay, Danıştay, İstinaf ve İlk Derece Mahkemelerinde kendi siyasi görüşünde, hatta parti yönetiminde görev yapan ve Yerel Yönetimlerde Meclis Üyeliği yapan 2 yıl deneyimli Avukatları, Yargıç ve Savcı olarak atama düşüncesindedir.
Bu durum yargının tamamı ile siyasal iktidarın etki alanına girip tarafsızlığın ve bağımsızlığın yok edilmesi anlamını taşır.
Toplantıda dinlediğimiz Paul Garlick başta olmak üzere, yabancı meslektaşlarımızın Türkiye’ de yargının son 10 yıl içerisinde devrim yaptığını, özellikle 12 Eylül 2010 referandumunun bunun bir göstergesi olduğunu belirtmeleri oldukça ilginçtir.
17-25 Aralık ve Deniz Feneri soruşturmalarında ayyuka çıkan ihlaller dikkate alındığında, AB ve Avrupa Konseyi’ nin Türk Yargı Sisteminde Ceza Adaletinden yana düşünmediği; aksine kendi yararlarını Türkiye’ de gerçekleştirebilecekleri bir hukuk ve adalet yapısından yana oldukları ortaya çıkmıştır.
Hukuk ve yargı sisteminin ulusal bir bakışla düzenlenmesi ve geliştirilmesi yönünde önemli izlenimler aldığım toplantıdan çıkardığım en önemli sonuç budur.
Saygılarımla…
Av. Cengizhan GÖKÖZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.