24 Temmuz, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu diyebileceğimiz, Lozan Antlaşması’nın yıldönümü. Bu anlamda da en büyük bayramlarımızdan biri aslında…
Peki bugün bağımsız bir devlet kurmak, emperyalist baskılardan kurtulmak adına girişilen o eşsiz mücadele sonucu imzalanan Lozan Antlaşması’nın getirdikleri ne durumda…
Ne kadar bağımsızız? AB, ABD, Dünya Bankası ve IMF’nin politikaları ve direktifleriyle şekillenen yönetim anlayışı, Lozan’a ihanet değil midir?
Ata’nın ‘Türk Ulusuna karşı yıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşmasıyla tamamlandığı sanılmış büyük bir yok etme eyleminin yıkılışını bildirir bir belgedir ve tarihte eşi benzeri görülmemiş bir siyasal zafer anıtıdır’ sözleriyle tanımladığı, Lozan’a ihanet ediliyor…
Bağımsız, laik, üniter Türkiye Cumhuriyeti’ne tekrar Sevr dayatılmak isteniyor…
Hoş Türk milleti, bu belayı da def eder. Nasıl geçmişte Sevr’i çöpe attıysak, şimdi de emperyalist işbirlikçilerini ve Sevr’i çöpe atacaktır…
Türkiye Cumhuriyeti’nin bekçileri, görevlerinin başında…
Gelelim, ‘Basın Bayramı’na…
Kapsamlı bir meslek yasası bile olmayan, özlük hakları geriye götürülen, herkesin hakkını savunan ama kendi hakkını savunmaktan aciz, tutuklu gazeteci ve dava sayısıyla rekora giden bir meslek grubuyuz biz…
Bayram bizim neyimize!
Basın özgürlüğünde dünya sıralamasında sonlarda yer alan ülkemde, basında sansürün kaldırılışının yıldönümü bugün…
‘Sansür kaldırıldı da bizim mi haberimiz yok’ diyebilirsiniz. Haklısınız…
Kağıt üzerinde sansürün kalktığı ama modern yöntemlerle sürdüğü bir dönemden geçerken, aynı şeyi bizler de soruyoruz…
O nedenle de her yıl olduğu gibi kutlamıyorum, ‘Basın Bayramı’nı…
Ne zaman ki demokratik bir ülkenin özgür medyası oluruz, işte o zaman kutlarız…
O güne kadar bayram değil, benim için…
Kutlayan, kutlasın…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.