
İbrahim Akkaya
Antalya’ya insafsızca kıydılar !
90’lı yılların başına kadar Antalya’ya yüksek bir yerden, ya da uçaktan baktığınızda yeşilin ve mavinin tüm tonlarını görürdünüz.
Akdeniz’in turkuaz mavisi ile Torosların yeşili şahane bir görüntü ortaya çıkarırdı..
Ressamlara ilham veren bir manzarası vardı Antalya’nın..
Antalyalıların ‘Manavgat’ adını verdikleri kendine has rüzgarı kentin çekiciliğini daha da artırır, yerli yabancı herkesin hayallerini süsleyen bir kent görüntüsündeydi..
Antalya Ticaret Borsası)ATB)Başkanı Ali Çandır’ın da işaret ettiği gibi 90’lı yıllarla birlikte insafsızca bir yapılaşma başladı Antalya’da.
Yapılaşma öylesine insafsızca yapıldı ki, ne Manavgat, ne de Meltem rüzgarı serinletmez oldu Antalya’yı..
Belediye meclislerine bisikletle gelip, mercedesle gidenlerin sorumsuz parmakları, rantçıların ekmeğine yağ sürdü..
Yeşil alanlardan başlayan yapılaşma, tarım alanlarına, sahillere, sonra da orman dokusuna kadar indi..
Önce bir kooperatif furyası başladı.
Ardından ‘müteahhit patlaması’ oldu..
Herkes inşaat işine soyundu..
Bir yandan Antalya’nın doğasını katlettiler, diğer yandan binlerce mağdur yarattılar..
İnşaatı bırakıp kaçanlar oldu, elide avucunda ne varsa kafasını sokacak bir yuva uğruna harcayanlar, çocuğunun dershane parasını, eşinin bileziklerini, hatta nişan yüzüklerini satanlar öyle bir darbe yedi ki romanlar bile yaya kalırdı..
Çaresizlik yuvaları dağıttı, psikolojik sorunlar arttı, canına kıyanlar bile oldu.
Antalyalıların’ düden’ olarak adlandırdığı su kaynaklarının üzerine, hatta taşkın alanlarına dikildi beton kaleler.
Ardından turizm geldi Antalya’ya..
Alkışlarla karşılayanlar da oldu, endişeli yaklaşanlar da..
‘Tahsis’ adı altında tarım alanları; yeşil alanlar, kamu hizmet alanları turizm yatırımcılarının emrine verildi.
‘İstihdam yaratacaklar, ülkeye döviz kazandıracaklar, Antalya’yı ve Türkiye kalkındıracaklar’ düşüncesiyle devlet bankalarından düşük faizli krediler verildi.
Hızlarını alamadı turizmciler, sahilleri işgal ettiler.
İşgalle kalmayıp, sahillere asıl sahibi olan halka kapattılar..
Ormanları yok ettiler, tarım alanlarını bitirdiler, boğaz tokluğuna adam çalıştırdılar..
Antalya’nın havasını, suyunu, denizi kirlettiler, Antalya’nın tüm kaynaklarını insafsıca sömürdüler, bu kuruş vergi vermediler, hala vermiyorlar..
90’lı yıllara kadar mavinin ve yeşilin tüm tonlarını barındıran, tüm güzelliklerini insanlığın emrine veren Antalya, bu sorumsuzluk sonucu bugün bir beton yığınından farksız hale geldi..
Tarım alanları bitti, o nedenle yayla mevsimi geldiği halde domates 3 liradan aşağıya inmiyor.
Bir zamanlar kendi kendine yeten biz tarım ülkesinin en önemli üretim kalesi olan Antalya’da artık tarım sektörü hızla yok olmaya, tarım toprakları da paylaşılmaya devam ediyor..
Mutlu insanların kenti olan Antalya’da yaşam artık zorlaştı..
Antalya, göçle başlayan büyümenin sancılarını çok fazla çeken bir kent haline geldi.
Turizmle birlikte sanayileşme tarım topraklarının baş düşmanı oldu..
Bir de miras yoluyla bölünme olunca taşı toprağı altın olan Antalya’da artık eskisi gibi keyifli yapılmıyor tarım..
Beton blokların arasına sıkışan ve hızla azalan tarım alanlarında verim de doğal olarak düştü..
Tüm bunlara maden ocağı denilen bela ile HES denilen su düşmanlığı da eklenince Antalya, Antalya olmaktan çıktı, havası, suyunu, denizi kirlenen, nefes almanın bile güçleştiği bir kent konumuna düştü..
Pekala çözüm ne ?
Ali Çandır’a göre tarım topraklarını mutlaka korumalıyız..
Korumaksak, koruyamazsak, inşaatla gelişme ileride Antalya için çok büyük tehlikeler barındarabilir..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.