Yaşam çizgime bakar iken, neden "tüccar-çiftçi," olmadım diye bir soru sormadım. Yazın ekip biçmek, kalkan mahsul ile de kışın tüccarlık yapmak fena iş değildir hani.

--Ama ben bir imalat hatası olarak bürokrasi ile iş yaşamına "siftah" dedim. Sonra Hacettepe’den Hocam Emel Doğramacı'nın isteği üzerine uzun yıllar çalıştığım Bakanlığa geçtim.
--Neden ise "zihni sinir" projeler ilgimi pek çeker. İlk işim Kredi ve Yurtlar Kurumu idi. Üç aylık memur idik amabir gün Genel Müdür odamıza geldi. İlk Müdürüm Öksel Hanım'a da söz ettiğim büyük yurtlarda Yabancı Dil Laboratuvarları ile Kütüphane açılması projesini, Genel Müdür Şahap Ar Paşa'da desteklemiş ve "sen benim adıma koordinatörümsün" demişti
--Sonra Merkez Müdürüm de olan, geçen dönem Ankara Büyükşehir Belediyesi CHP grup Başkan vekili de olan 
Doğan Yilmazkaya birlikte Mine GökbugetErbek'ler, Güran Beyler, birçok Üniversiteden, kurumlardan etkili ve yetkililer ile birlikte ekip olarak, daha sonra Bakanlıkça bir İspanyol şirketine satılacak El Sanatları, Halı-Kilimcilik, satış mağazaları açarak birçok projeye emek vermiştik.
--Gelelim asıl "tamah" meselesine.
--Belki bilmeyenler vardır "tamah" TDK sözlüğünde, "gözü doymama, açgözlülük, açgözlülük etmek, açgözlü davranmak." diye geçer.
--Görevim gereği, dönemin Bakanı "bir proje var ve bunu yapmanızı istiyorum" dedi ve bir dosya verdi elime.
--Ben de işi, nasıl yapılacağını, mevzuatını, anlayacağınız işin oluru, olmazı her şeyi araştırdım.
--İşin olmazı diye bir şey yoktur bürokraside. Yapılması gerekir ise yapılır. Sorun, yapanların, sorumluluk üstlenenlerin denetim/teftiş sırasında kendilerine bir suç atfedilip- edilmemesidir.
--O sıralar yapılan işleri, harcamaları Bakanlıkların Teftiş Kurumları, Sayıştay Başkanlığı, gerekli olur ise de, Maliye bakanlığı denetler idi çalıştığımız birimi. O yüzdem işin şakası yoktu.
--Sorun işin yapılıp yapılmamasından öte, mevzuata uyması ya da uydurulması meselesidir. Bir gün dürbünün tersi ile bakılır ise, en doğru yaptığınız iş bile sizi suçlu yapabilirdi. O yüzden, bazı işlerde kılı kırk yarmak gerekir.
--Ben sayın Bakan'a, "işin yapılabileceğini ancak, söyledikleri gibi yapılmasının sorunlu olacağını" anlattım ama, başka birimlerden birleri, sayın Bakanın aklını çelmişlerdi.
--Evet, Devlet işlerinde, devletin çıkarını, namusunu korumak gerekirdi. Ama öyle işler vardır ki, bu namusu, bizzat birinci ve ikinci derce sorumluların üstlenmesi gerekirdi. Devlet namusunu Bakanlara, Müsteşarlara teslim etmişken, bizim gibi sıradan birim müdürlerinin bu namus bekçiliğini yapmaları pek akılcı değildi. Ben öyle yaptım.
--Bir iki gün sonra, yetkili bir kişi beni görevden alacaklarını söyledi. Çünkü denilen işi, denilen şekilde yapmamıştım.
--"Ben de sorun değil, kadromu alır iseniz mahkemeye dava açarım, ama başka bir birimde görevlendirir iseniz de, orya giderim" dedim ve gittim.
--Benden sonra işler alâ ile valâ ile yapıldı. Ve aradan altı ay bile geçmeden, yapılan işin ihalesini takip eden firmalar olayı şikayet etmişler ve yapanlar teftiş geçiriyor ve ceza alıyorlardı.
--O gün bu iş öyle olmaz dediğim kişi ile Ankara'da yıllar sonra karşılaşınca, bana pişmanlığını anlatıp, bir daha benim ile birlikte çalışmak istediğini söyleyince güldüm.
--Ben, artık sizi yanıma bile yaklaştırmam ki deyince çok bozuldu.
--Ben daha sonra Çankaya dolaylarında görev üstlenirken, o muhterem ise, bir mahalle kahvesinde at yarışı-bahis oynuyordu.
--O yüzden şimdi görev yapan bazılarına bakıyorum da, içimden bir gülesim geliyor, bir gülesim geliyor ki anlatamam.
--Telefon ile arasanız cevap vermezler, yanlarına gitseniz ya saatlerce beklersiniz ya da "müsait değillerdir", geri dönersiniz.
--Eeee bu işler böyledir. Kralın gözdesi olmak muhteşem bir duygudur. İşe yarıyorsunuz, sizden başka o işi bilen, iyi yapan yoktur. Arkanızda "dağ gibi duranlar" vardır.
--Ve bir gün, devir döner, sap döner ve:
--"Ağaca yaslanma devrilir, Adama yaslanma ölür" dinilen özlü sözü, yaşamaya başlar bu muktedirler.
--Ve işin işten geçtiği o teftiş, mahkeme günü anlarlar "Az tamahın" ne zararlar verdiğini, ne bedellerin ödendiğini.
--Neden mi yazdım bütün bunları. Hiççç.
--Ben bu aralar "alıp başımı gidiyorum,/ o adan senin, bu ada benim/ yelkovan kuşlarının peşi sıra" da. Söyleyeyim dedim.