Zaman öyle bir nesne ki, ne zaman ve nasıl eline alacağın, ne zaman ve nasıl elinde kalacağı belli değil.

 

Aforizma sözcüğü, Fransızca aphorisme "vecize, güzel ve özlü söz" sözcüğünden gelmektedir. Fransızcaya da Eski Yunancadan aphorismós, "tanımlama, sürgün etme, dışlama" anlamındaki sözcükten gelir.

 

TDK'ya göre günümüz Türkçesi karşılığı ise, özdeyiş, özlü sözdür.

 

Çok entelektüel bir ortam dışında sık kullanılan bir sözcük olmadığı halde, neden bir yazının konusu yaptım?

 

Örneğin 1800'lerde Arthur Schopenhauer, çok genç yaşta "Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar" adlı yapıtını yazdığı zaman pek fazla yaşam deneyimi olmamasına karşın, gözlem ve deneyimlerini kullanmıştır.

 

Yine Friedrich Wilhelm Nietzsche, "Aforizmalar" adlı yapıtını yazdığı zamanlarda kendisinin en mutsuz, bunalımlı olduğu bir dönemdir.

 

"Acı çeken birisi için gözlerini kendi acısından başka bir yere çevirebilmek baş döndürücü bir mutluluktur.

 

Ümit en son kötülüktür, çünkü işkenceyi uzatır.

 

Bilgi ermişleri olmak elinizden gelmiyorsa, hiç değilse bilgi savaşçıları olun.

 

Yele karşı tükürmekten sakınınız!

 

Ruh, hayatın bağrına saplanan hayattır."  sözleri ise, yine yaşamından çıkardığı dersler ve özdeyişlerdir.

 

Ünlü mucit Nikola Tesla, "Varolmanın Dayanılmaz Ağırlığı" adlı yapıtında, "Nefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatmaya yeterdi." gibi bir aforizma ile karşımıza çıkıyor.

 

Aforizmaları biraz da kişilerin ve toplumların bunalımlı dönemlerinden çıkmak için kullandıkları yöntemler olarak ele almak gerekiyor.

 

İkinci milenyum çağı dediğimiz 2000'li yıllar ile birlikte Türkiye toplumunda beklenilmeyen değişimler olmaya başladı.

 

Ortada "fol yok yumurta yokken", birde Devlet Bahçeli "haydi seçime" deyiverdi, paldır küldür seçime gittik.

 

Kendisini bile parlamentodan attıran bu süreç bir süre sonra kendisini yeniden TBMM'ye taşıdı ama ülke çıktığı rayından bir türlü rayına giremedi.

 

İlk olarak ülkenin her şeyinin planlaması hafife alında, "plan mı, pilav mı" diye dalga geçildi.

Sonra planlamanın rafa kaldırıldığı süreç, 30 Eylül 1960'da kurulan Devlet Planlama Teşkilatı"nın,  8 Haziran 2011'de temelli kapatılması ile son buldu.

 

Ve o günden sonra, koskoca ülkenin kurumları, teşkilatları, ekonomisi, eğitim sistemi hatta askeriyesi bile savrulmaya başladı.

 

Bir yandan yurt dışından patates, soğan, nohut, fırına sürülmek için mercimek ithal edilirken, çiftçinin günün anlam ve önemine göre üretim yapmasına olanak verilmiş ve bunun sonucunda başlayan ve ekonomik süreçlerin bozulması ile de savrulmaya ülke ekonomisine kadar ulaşmıştır.

 

Çiftçinin derdine derman olması gereken Tarım Kredi Kooperatifleri Birliği, bakkal dükkanları açarak ülke ekonomisinin çivisinin çıkmasına engel olması için çaba harcatılmaktadır.

 

"Balık baştan kokmuştur" artık.

 

Seksen milyonluk nüfusu, 780.580 kilometre kare toprağı olan koca ülke, her türlü işlemin ve uluslararası görüşmelerin sır olduğu bir gecekondu devlete dönüşmek üzerdir.

 

"Her şeyin çivisi çıktı" sözü, günlük yaşamın bir parçası olmuştur.

 

Biraz da bunalımlı dönemlerin yol göstericisi sözler, özdeyişler olan aforizmaların günümüz ülkesi sokaklarında, kişilerin yaşamlarında da pek çok olması gerekmiyor mu?

 

Bari aklımızda kalsın, bir iki aforizma, özlü söz de siz söyleyin kendi kendinize de, bu bunalımlı günlerin bir anısı olsun.

 

Michel de Montaigne bile "Aforizma" adlı yapıtında, "Ey zavallı insan!/ Az, mı derdin var ki kendine yeni dertler uydurmaktasın.

 

Durumun çok mu iyi ki, bir de sen kendi kendini kötülemeğe özeniyorsun.  O kadar rahat mısın ki, rahatının yarısı sana batıyor?

 

Doğanın seni zorladığı bütün yararlı işleri ördün bitirdin; işsiz güçsüz kaldın da mı başka işler çıkarıyorsun kendine?" diye aforizmalar çıkarırken, biz susacak mıyız?

 

Sokağa kulak versek mi?