Dünyanın geçirdiği en büyük felaketlerden biri ; 26 Nisan 1986’da Ukrayna’nın Kiev yakınlarındaki Pripyat Şehrinin 14,5 km. kuzeybatısındaki Çernobil Nükleer Santralı’nın, (çalışma yöntemiyle ilgili bir deney sırasında) patlamasıdır.

“Kazadan sonra Pripyat Kenti boşaltılmış; Dünya Sağlık Örgütünün verdiği rakamlara göre ilk anda 31 kişi, daha sonra da dört bin kişi nükleer zehirlenme nedeniyle ölmüştür. Greenpeace Örgütünün raporuna göre ise ölü sayısı 93 bini bulmuş; 2 Milyar insanı etkilemiş, 270 bin kişinin kanser olmasına neden olmuştur(*).”

Çernobil Nükleer Santralı patladığında radyasyonlu küller tüm Karadeniz sahilimize ve ülkemize de yağmıştı. O zamanki bakanlardan biri Cahit ARAL, Karadeniz Bölgemizde acil önlemler alma yerine Televizyonlarda, bir bardak çayı içerek sahillerimizde kirlenme olmadığını halka gösteriyordu (!)…

 Yıllar sonra, değerli dostum, Ferrokrom Fabrikası Genel Müdür Yardımcısı Nuri Öztunç, kanserden Ankara’da Gülhane Askeri Hastanesi’nde yatarken, en çok kanser olayının Karadeniz Bölgesinden geldiğini söylemişti. (Kıbrıs Gazisi olduğu için GATA’ya kabul etmişlerdi)…

Konumuz kanser değil, halk sağlığı da değil. Konumuz halkın sağlığını ağır şekilde tehdit eden sorunların ve sorumluların halktan saklanmasıdır.

Soner Yalçın’ın “Saklı Seçilmişler” kitabını okurken nasıl yaşadığımıza hayret ettim. Genetiği Değiştirilmiş tarım ürünlerinden, hazır yiyeceklerin tamamına yakını ve meyve-sebzelerdeki ilaç kalıntılarının; salgın hastalıklar gibi halkımızı kırıp geçirdiğini kavrıyorsunuz…

Bunlara bir de kendi ürettiğimiz sağlıklı şeker varken Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO)’ ları ve GDO’lu mısırdan üretilmiş, kanser yapıcı şekerlerin ülkemize kabulünü ekleyiniz. Şeker piyasamızı tamamen dışarıya bağlamak için tüm Şeker Fabrikalarının satışı da bu oyunun bir parçasıdır. Bugün nasıl Türk Sigarası kalmamışsa yarın da Türk Şekeri diye bir nesne ve kavram kalmayacağını dehşetle anlıyoruz…

Bunlar da bir yana, tahılın ilk ekildiği, üzümün ilk şarap haline getirildiği, yüz bin yıl öncesinde bile insanların yaşadığı bu topraklarda, binlerce yıldan çevreye uygun çeşitlemelere sahip olanların seçilip diğerlerinin (zayıfların) elenmesi suretiyle (seleksiyon yoluyla) geliştirilmiş yerli tohumların ekiminin yasaklanması hangi akılla bağdaşıyor? Bu; vatana ihanet değilse nedir?

Bütün bunlar olurken, devleti yönetenlerin sorumluluklarını ortaya koyan araştırmaları açıklamak veya yayınlamak suç sayılıyor!

Araştırmaları yapanlar kamu görevlerinden atıldıkları gibi özel sektörde veya dünyanın başka yerlerinde çalışmaları da engellenerek ailesiyle birlikte açlığa ve sefalete mahkûm ediliyor (Prof.Dr.İbrahim Kaboğlu gibi)…

Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile görevinden atılan Yardımcı Doçent Doktor Bülent Şık hakkında “Türkiye’yi kanser eden ürünleri devlet gizledi, biz açıklıyoruz. İşte zehir listesi” yazı dizisi nedeniyle soruşturma açılması da böyle bir akıl tutulması ya da halka ihanettir.

“2011-2016 yılları arasında Antalya, Kocaeli, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli İllerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi” adlı çalışmayı yürüten bilim adamları ve bakanlık personeli esaslı ve ciddi sonuçlara ulaştılar.

Araştırmanın yapıldığı dönemde Akdeniz Evrenkent(Üniversite)’inde öğretim üyesi olan Yrd.Doç.Dr.Bülent Şık da çalışmalara katılmıştı. Bunu yazı dizisi halinde 15 Nisan 2018 günü başlayan dört gün yayınlayan Bülent Şık; Sağlık Bakanlığı tarafından “göreve ilişkin sırrın açıklanması”, “yasaklanan bilgileri temin”, “yasaklanan bilgileri açıklama” suçlamalarıyla Cumhuriyet Savcılığına şikâyet edildi…”(**)

Oysa gerçek suç; halkın sağlığını hiçe sayarak bir avuç gözü doymaz para babasının ve Çok Uluslu Şirketin (ÇUŞ) insan sağlığına aykırı, halkımızı kanser yapan yiyecek ve maddeleri, ilaçları, tarım ürünlerini, iktidarı para ve rüşvetle veya başka şekillerde ikna ederek egemenlik kurmasıdır.

Bir Tarım Bakanlığı düşününüz ki 1979/1980’li yıllarda, uğur böceklerini üreterek, kırmızı örümcek zararlısını Antalya Ovalarında yok eden, (kendi bakanlığına bağlı) Antalya Biyolojik Mücadele İstasyonu’nu (ilaç firmalarının baskılarıyla) kapatıp, ülkemize en büyük iyiliği ve buluşu yapmış üç yüksek ziraat mühendisini Türkiye’nin üç ayrı yöresine sürgüne göndermiştir.

Artık AKP iktidarı sayesinde, bütün fabrikalarımızı almış, bütün limanlarımızı parasıyla işgal etmiş, bankacılık sistemimizi ele geçirmiş, iletişim kanallarımızın tamamına yakınını kontrol altına almış, eylemli olarak olmasa bile parasal olarak ülkemizi ele geçirmiş ÇUŞ’lar (Çok Uluslu Şirketler), silahla yok edemediği halkımızı zehirleyerek topyekûn yok etmeye başlamıştır.

Aksine inanıyorsanız, tüm hastanelerin onkoloji bölümlerinin bekleme yerlerine gidip birkaç saat geçiriniz…