“Kaptandan aşçıya kadar gemi mürettebatının tamamı Hintliydi. Noor 1, gizli randevusu için tam zamanında yola çıkmıştı. Akşam olduğunda Basra Körfezi’nin karanlık sularında kayboldu. Dubai’nin şatafatlı hayatı uzaktan ışıklar saçarken BAE’nin (Birleşik Arap Emirlikleri) gergedan boynuzuna benzeyen burnunun açıklarından geçti. Basra Körfezi’nden çıkarken Umman Denizi’nde Pakistan sularına yaklaştı. Bir balıkçı teknesi karanlık sularda sessizce onu bekliyordu. Afganistan’da üretilmiş ve bir yıl boyunca işlenmiş uyuşturucuyla doluydu…”

Bir roman akıcılığında, üç tona yakın eroinin akıl almaz trafiğini ve büyük bir kısmının yakalanmasını, Yunanistan’da karaya çıkarılan uyuşturucunun bir kısmının orada yakalanmasına karşın, hiç kimsenin bilmediği bir kısmının da başka bir adaya taşınması nedeniyle, birbirlerine ihanet eden uyuşturucu baronlarının orada başlayıp Türkiye’de süren amansız savaşını soluksuz okuyorsunuz.

Baronlar Savaşı bir roman değil, uydurma bir öykü de değil. Baronlar Savaşı; tamamı belgelere, mahkeme kayıtlarına, kararlarına dayalı bir belgesel…

Buraya kadar “bize ne?” diyebilirsiniz.

Bizi ilgilendiren kısmı, Baronların Türkiye’de dağıttıkları rüşvet ve siyasal koruma nedeniyle Türkiye’nin emniyetinin, yargısının ve siyasal sorumlularının adaletle, devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan tutumlarıdır.

Bir Avukatın (Kutbeddin Kaya) Mahkeme önünde; ölüm tehditleri aldığını, gelecek oturumda öldürülmüş olduğu için bulunamayabileceğini bildirdiği halde, öldürülmesidir.

Bir başka Avukatın da kendisi hakkında öldürme kararı verilen toplantıyı, yapılan hazırlıkları, bunu kendisine bildiren tanığı götürerek bildirdiği halde, iki ayrı ceza davasından yakalaması olan muhtemel katilinin; İstanbul’un en kalabalık semtinde yerini de gösterdiği halde yakalanmamasıdır.

AKP’nin önemli hukukçularından Prof.Dr. Burhan Kuzu’nun; tahliye edilmesi için savcılara ve yargıçlara baskılarda bulunduğu Zindaşti adındaki İran uyruklu bir kişinin 19 yaşındaki kızının ve şoförlüğünü yapan yeğeninin öldürülmesidir.

Bunları öldürdükleri söylenen iki tetikçinin de İstanbul’da öldürülmesi, ülkemizin sınırlarının yol geçen hanına döndüğünün anlaşılması, cezaevinde yatmakta olan bir kişinin, mahkemece gizlilik kararı verilmiş olan bir davanın tüm tutanaklarının kendisini yargılayan bir başka mahkemeye parça parça sunulmasıdır.

Türkiye; sahte pasaportlarla kara para sahiplerinin rahatça girip çıktıkları, koruma altına alındıkları, tutuklanırlarsa gereğinde siyasal baskılarla serbest bırakıldıkları bir ülke durumuna düşürülmesidir.

Bunların belgesidir “Baronlar Savaşı” …

Kitabın tamamından Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet sisteminin ağır şekilde tahrip edildiği açıkça anlaşılmaktadır.

Özellikle emniyet ve yargı güçlerinin bilerek, isteyerek felç edildiği görülüyor.

Bazı dosyalardaki tüm kanıtlar Cumhuriyet Savcılığının iddianamesindeki suç nitelemelerini doğruladığı halde tüm sanıkların aklanmalarına karar verilen davaları okudukça çılgına döneceksiniz.

Bir hukukçu olarak bu kitabı okuyunca dehşet içinde kaldım.

İnanılmaz ilişkiler, inanılmaz sonuçlar, inanılmaz tahliyeler…

Görünmeyen bir elin bazı sanıkları koruduğu, özellikle bir hukukçudan beklenmeyecek şekilde yargıç ve savcıları, iktidarın en başındaki kişiye yakın ve üstelik hukuk profesörü bir siyaset adamının araması, baskı yapması ve hakkında açılan davadaki yargılama tamamlanmadan ölmesi; hayretler içinde izlediğimiz bir macera filmi gibi…

Bu kitap devletin çivilerinin çıktığının açık, kesin, somut kanıtıdır.

Türkiye artık bir “hukuk devleti” olmadığı gibi, bir “kanun devleti” de değildir. Zira en azından kanuna uygunluk dahi kalmamıştır. Çünkü kanunların da geçerliliğinin kalmadığı, siyasal iktidarı arkasına alanın, kanuna aykırı davranma ayrıcalığı kazandığı bir ülkede, hak, hukuk ve adaletten bahsedilemez.