8 Mart nedeni
ile ilgili yazdığım yazıyı 3 bölüm halinde yazacağımı belirtmiştim. Ama söz
konusu 18 Mart olunca 3. bölümü bu haftaya aldım.
Tarihi değiştirenler
unutmamak gerek ki yapılan zulmü kabul edemeyen, cesur ve eğitimli bireyler olmuşlardır.
Ne kadar da Ortaçağ’da bir karanlık söz konusu olsa da aynı dönemde, Doğu’da
yaşanmakta olan aydınlık süreç unutulmamalıdır. Bugün size tarihten bir kesit
aktaracaktım ama tanık olduğum bir olay, tarihi kesitleri şu an için anlatmamın
yersiz olduğu düşüncesini oluşturdu.
8 Mart’tan bu
yana ne değişti sevgili ülkemde. En son ölüm haberi dün geçti medyadan.
Sizin
hayatınızda ne değişti. Bugün fark ettim ki hiçbir şey değişmedi. İstanbul
Sözleşmesi geri çekildi. Sokakta ki zihniyet değişmedi aynı.
Bugün
konuşuldu. Bunu hep düşünmüşümdür. Olası durumlarda kadının en büyük düşmanı
kadındır. Erkeğin de en büyük düşmanı erkektir denmişti. Peki nasıl olur? Nedir
bu durumu çözecek anahtar.
‘Al
yazmalım’daki o önemli replik, hani sıcacık oradaki önemli mesajı, söz konusu
kararı Samet verir ya... Erkek kadın hepimiz aynı filmi defalarca izledik hala
da izleyebiliriz. Hatırlar mısınız? Hatırlayalım isterseniz.
“Sevgi neydi?
Sevgi iyilikti, dostluktu, sevgi emekti...”
Mutluluk bu muydu?
Neydi
mutluluk sahi? Çoğumuzun hatırlamadığı. Burnumuzun yanında aramak yerine
uzaklarda aradığımız. Ne zaman unuttuk sevgiyi, ne zamandan bu yana verilen
emekler görünmez oldu? Ne zaman duygusuz olduk bu kadar?
Eğitim düzeyi
ne olursa olsun yetişme koşulları aynı ise bir şey değişmiyor.
Ne kadar
basittir oysa. Her şey bir yudum sevgi ile başlar.
Bakın şimdi o
film geldi aklıma. Kadir İnanır ve Hale Soygazi başrolü paylaşmıştı. Orada ne
güzel bir anlatı vardır. Demek ki filmlerde görmemiz, almamız gerekenler var. Aygül
karakteri ekonomik bağımsızlığını kazanır. Hayatını tekrar kurmak için adımlar
atar. Hep bu söylenir ekonomik bağımsızlığınızı elinize alın. Bu durumun son
zamanlardaki adı ekmek kavgası oldu. Çoğu ilişkide erkek evde oldu, kadın çalışmak
zorunda. Veya erkek evi terk eder, kadın yıllarını evliliğine vermiştir, erkek
her şeyi bırakır, çocuklar, borçlar… Kadın ekmek parasının peşine düşer, çünkü
yaşamak ve çocuklarına bakmak zorunluluğu doğar. Kadın o ana kadar her şeyi tek
başına mı yapmıştır? Erkek rahattır artık. Aradığı mutluluğu bulmuştur. Peki bu
durumda, kadın için ekonomik özgürlüğünün olması avantaj mıdır? Erkek bunu tek
başına mı yapmıştır? Tabi ki hayır, bir kadınla. Yazının bu kısmı ne kadar
yavan oldu değil mi?
Ama
düşünürken de bazen yavan olana da bakmak gerekmiyor mu?
Değişmesi
gereken nedir peki?
Demek ki sorun erkek kadın meselesi değil. Sorun insan olabilme meselesi. İkinci anahtar bu olsa gerek. Belki birinci sıraya koymak gerek. Hayata bakış, bilinçaltına yerleşen duygu ve düşünceler, aileden gelen eğitim şekli ve davul meselesi, hepsi bu meselenin içinde .
Erkekler
güçlü ve bakımlı kadınlara aşık olurlar. Evlenince bir süre sonra durum değişir.
Artık o güç eziyete döner. Bakım da müsrifliğe. Evli iken insanlar
ayrılabileceklerini düşünmezler. Ama en çokta kadınlar. Çalışan kadın ise daha
çok saçını süpürge eder, işte çalışır ama evinin kadınıdır, kimse evde
çalıştığını hesaba katmaz. Aksayan bir ev işi var ise olay gene ona döner ama çalıştığından
da bir şey anlamaz, çünkü hayat müşterektir. Bu düşünce şekli ile varını yoğunu
ortaya koyar, yoksa nasıl geçinilir? Koşullar zordur ama ayrılık söz konusu
olunca herkesin kendi hayatıdır çünkü erkek de bir şey yapamaz, sadece ‘yapmasaydın’
der ‘yapmak zorunda değildin’. Hayatlar ayrılmıştır. İlişkiler bozulmuştur. Çocuklar
büyümüş, hayatlarını kurmuştur. Siz ne yapacaksınız şimdi? Ekonomik
bağımsızlığınız vardı hani. Artık yok. Yok mu?
Hayatın neresindesiniz şimdi? Her şey bitti, buna yeniden başlamak mı
diyorsunuz? Hayatı baştan almak mı? Peki yaşınız ve sağlık durumunuz buna
yetecek mi?
Çok az
çalışan kadında özel olanı görürüz. Biliyorsunuzdur tabii ki, bu ülkede
psikolojik ve fiziksel açıdan, çalışan kadınların şiddet görme oranı diğer
kadınların 2 katıdır. Dayak tabii ki birinci sırada. Ama madalyonun görünen
yüzü. Bir de görünmeyen yüzü var. Toplumumuzda ne kadar dayak da şiddet olarak
algılansa da birinin yaşam koşulu diğerinin egosunu besliyorsa orada her türlü
şiddet vardır.
Şiddetin
genel anlamı ile tanımına girmeyeceğim şimdi. Ama biliyorum ki gönlünüze
dokunan her şey şiddettir. Sizi üzen, görmezden gelen, farkında olarak veya
olmadan ezen, bir bakış, bir tavır, kurduğunuz yüreğe dokunan bir cümle, zorunlu
olduğunuz, isimlendiremediğim ‘şeyler’ hepsi şiddettir.
Yanlış
anlaşılmasın umut, mutluluk ve huzurla yapmak zorunda olduğunuz değil.
Evet hiç
kimse hiçbir şeyi yapmak zorunda değil. Şimdi ne olacak? Bu bakış açısı nereye
götürür?
Of ne sıkıcı,
düşünsenize sürekli huzursuz, mutsuz, beyninizde dolaşanla gülemediğiniz bir
yaşam. Bir şeyler bozulunca yafta da çok olur. Nereye kadar? Dur diyebiliyor
musunuz? Dur diyebilene eyvallah. Yoksa her şey içinizde sadece bir çığlık
olarak kalır. Sizden başka da duyan olmaz.
Ta ki sokakta
veya evde “kadınların neden öldürüldüğünü anlıyorum” diyen bir ses duyana kadar.
Siz de ölmeyi hak edenlerden misiniz? Bir bıçak darbesi, bir silah sesi, ‘ölmek
istemiyorum’ diyen çığlıklar duyana kadar. Kadınlar hak eder. Ne olacak şimdi? Yaşamak
zorunda kaldığınız yaşam şekli ve yaşamınızı sonlandıran bir fani, kim verecek
cezasını, hukuk mu? Yok canım olur mu
öyle şey, kadın mutlaka hak etmiştir. Yaşamında saygı görmek istemiştir. İtaat
etmemiştir, önceliği evi olsun istemiştir, istekleri vardır, çok konuşmuştur,
karşı çıkmıştır, karşı tarafın tabiri ile ‘her yaptığı onu orospuluğa götürür’,
orospu olmadığını kanıtlayamamıştır, cesur davranmıştır, sevgi, paylaşım
istemiştir. Ama emin olun hak etmiştir. Ne haddine! Adaletin kestiği parmak da
acımaz sonuçta.
Söz nerede
biter? Sözün bittiği yer burası mıdır? Emin olun bu koşullarda bilmiyorum. Ama
çok söylem çıkar bu hikâyeden. Sadece gözlemlerimi yazdım. Bazen fark etmek gözlemekle
başlar. Belki o zaman hayat başlar.
Farkındalıklarınız,
kararlarınızda isabet kaydedeceğimiz günlerimiz olsun.
İşte tam bu
noktada hoşça kalın. Saygıyla kalın…