Yazımın 3 bölümünü kadın konusuna ayırmaya karar verdim . Cinsiyetçi bir yaklaşım olarak değerlendirmeyin lütfen, bugün bir araştırma yapmaya başladığınız da her sistem de kadın farklı olarak tanımlanmıştır.

    Tarihte baktığımızda kadının yaşadığı çağdaki konumunu etkileyen iki dönemin etkin olduğunu söyleyebiliriz.Bu dönemlerden ilki avcı toplayıcılıktan tarıma dayalı bir düzene geçiş; ikincisi ise insan gücüne dayalı üretimden makine gücüne dayalı üretime geçiştir.Avcı ve toplayıcı sistemde anaerkil bir yapıya sahip olan toplum ,daha sonra ataerkil bir yapıya dönüşmüştür.Kadını yok sayıldığı zamanları unutmamak gerek.

      Ne kadar kısa gibi görünse de aslında uzun bir süreçten geçmiştir.

      Vikipedia derki; kadın, dişi cinsinde olan insandır. Kadın tarihi araştırması feminist bir yaklaşımla olabilir; fakat zorunlu değildir .

       Dünya oluştuğundan ve canlılar o dünyada yer almaya başladıktan sonra bir yaşam savaşı vermişler.Dünya da Uzun süre yok sayılan ve sonra kimliklerinin var sayılabilmesi için bu kadar mücadele eden, vikipedia tabiri ile dişi cinsinde insanın ,insan olduğunun kabul edilebilmesi için verdiği mücadeleden bahsetmek istiyorum. Belki de konuya ,dünya da yaşamın var olduğu günden başlamak gerekiyor.

      Kadın önce kendi tarihinin ve insan olduğunun bilincinde olmalı .

     İlk çağlardan bu yana, kadın, toplumun yapılanmasında etkin şekilde rol almış. Kimi zaman tapınılan, kimi zaman korkulan, kimi zaman önemsenmeyen kimi zaman fark edilmeyen insan homosapiens.

     M.Ö. 15000 – 8000 yıllarında başladığı varsayılan ve kültürel evrelerin en uzunu olan Paleolitik Çağ’ da insanlar  mağaralarda toplu olarak yaşamışlar .Ateşi bulmuşlar ,pişirmeyi öğrenmişler, kısıtlıda olsa iletişim kurmuşlar. Bu çağdan kalan ilk eserler, çoğunda kadın figürünün kullanıldığı bazı küçük heykelcikler. Bu heykelciklerden anlaşıldığı kadarı ile üremede büyük bir rol oynayan ve bereketin sembolü sayılan kadın  kutsallaştırılır. Kadın yaşadığı toplum içinde etkin konuma gelir.

       Sırası ile bu dönemlere göz atalım isterseniz.

      Yakın tarihte keşfedilmiş en eski kalıntı Göbeklitepe, arkeoloji ve insanoğlunun oluşturduğu bütün bilgi depolarını alt üst eden buluntulardan bahsediyorum. Göbeklitepe’de kadın ve yaşamına ait özel çok az sayıda semboller olsa da bu semboller kadının doğurganlığına atıfta bulunur.

     Fakat Çatalhöyük tam tersi bir anlatıma sahiptir. Prof. Dr. Lan Hodder‘e göre Çatalhöyük ( M.Ö 7000 ) kalıntılarına göre kadın o dönemde sanatta güçlü, hatta kadın ve erkek arasında hiyerarşik bir yapı söz konusu değil . Aynı o benzer bir hayat içerisinde yaşadıklarını, benzer işlerde çalışarak geçim ekonomisine benzer yönlerle katkı sağladıklarını biliyoruz. Bunun yanında sosyal hiyerarşide de herhangi bir erkek kadın ayrımına dair kanıtlar bulamıyoruz.” der. Hodder “Modern bilimsel teknikler sayesinde bizler kadın ve erkeklerin aynı besinleri tükettiklerini, benzer bir hayat içerisinde yaşadıklarını, benzer işlerde çalışarak geçim ekonomisine benzer yönlerle katkı sağladıklarını biliyoruz. Bunun yanında sosyal hiyerarşide de herhangi bir erkek kadın ayrımına dair kanıtlar bulamıyoruz.” Der . Aslında bilim Çatalhöyük’ü meşhur ‘‘Ana tanrıça Kibele Kültü’’ ile tanıdı. Çatalhöyük dünyanın en eski yerleşim bölgesi değil ama kadınlarla erkeklerin eşit haklara sahip olduğu ve yönetici sınıfının bulunmadığı özgür bir toplumsal modelin ilk örneği.  O dönem de niçin kadın ve erkek hayatı eşit paylaşmışlar acaba.

      Kadının bereket kavramıyla özdeşleştirilmesi, onun doğurgan bir canlı olmasından kaynaklanmaktadır. İnsan soyunun devamı, avların başarılı olması ve toplanan besinin hepsine yetebilmesi için “bereket” son derece önemlidir.

     Sistemin şu an dayattıkları  o dönemde yoktu. Tek amaçları hayatta kalma mücadelesi olduğu için mi, yoksa yeni var olma dürtüsünün henüz dejenere etmediği deforme olmamış duygu ve keşfedilmemiş yenilikler, modernleşmek adına dayatılmayan kurallardan mı kaynaklı dersiniz? Kim bilir belki de birlikte mücadele etmenin zevkini keşfetmişlerdir . Ama keşfettikleri bir gerçek var ki, toplumun gelişimi ve ilerlemesi için veya hayatın devamı için hem kadına hem de erkeğe ihtiyaç var. Toplumda varoluş adına yaşanılan bu paylaşım kişilerin birbirine duydukları saygı ve kaliteli iletişim ile oluşuyor. Bu iletişim şeklini hiç bilmeden, yaşamlarına almış olmalılar.

     “Kültepe Tabletleri” nde ise Anadolu halk kadınından ziyade daha çok saray kadınının devlet ve toplum içerisindeki konumu hakkında bilgi verir. Ayrıca bu tabletlerde  bir kısmında nikah ,evlatlık alma, evlenme-boşanma, nafaka ve miras gibi sosyal içerikli konularda yer alır.Yani o dönemde kadın miras konusunda, evlenme ve boşanma konusunda hak sahibi imiş. Bu dönem yaklaşık 250 yıl sürmüş  Asur ticaret kolonileri dönemi olarak olarak adlandırılmış.

    Gerek Asurlu gerekse Anadolulu bayanların, ticarî ve hukukî yetkilere sahip olduğunu . ticaret hayatında ön plana çıktıklarını, zengin ve hatırı sayılır kadınlar olarak toplumda yer edinmiş oldukları ve çalışarak bu saygınlığı edindikleri  söylenebilir . M.Ö 2000'li yıllarda, Anadolu da ve Asur da, kadınların ikinci planda tutulmadığını ve onların çalışma hayatlarına müdahale edilmediğini anlıyoruz. Yaklaşık 4000 yıl öncesinde şartlar  göz önüne alındığında, kadınların sosyal yaşamın içinde bu kadar etkin rol  almasının çok önemli olduğunu düşünüyorum.

    Antik Yunan toplumunda durum nasıldı peki? Antik Yunan toplumu aynı derecede bir yapıya sahip değildir. Burada kadın her zaman ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmüş. Örneğin düzenlenen Olimpiyatlara sadece erkekler katılabilmektedirler. Erkekler oyunların yapıldığı alanlara kadınların kılık değiştirerek gelmelerini önlemek için oyunlara yarıp çıplak katılımı zorunlu tutulmuş. Kadınların zaman zaman tapınaklara da alınmamışlar.  Kadınların evin içinde olur olmaz yerlerde erkeklerin karşısına çıkmaması için evlerin girişinde ya da ilk katında kadınlar için ayrılmış odalar bulunmaktadır. Kadınlar zamanlarını orada geçirirlermiş. Kadınlar kendi istekleri konusunda, günlük yaşamları ve ülke yönetimi konusunda söz sahibi değillerdi. Kız çocuklarının ne ailelerine, ne topluma, ne de devlete bir katkı sağlayamayacaklarına inanılmaktaydı.

   Antik Yunan toplumundaki kadınların rolleri hakkında Platon Devlet; Aristoteles ise Politika adlı eserinde düşüncelerini ifade eder.  Aslında her iki filozofa göre de toplumda kadın oldukça işlevsel bir konuma sahiptir; ancak aynı işlevsellikten politika ve ekonomi söz konusu olduğunda bahsedilemez. Platon Devlet adlı eserinde kadın ile erkeğin doğuştan aynı oldukları ve toplumsal yaşam içinde cinsiyet farklılığından söz edilemez, kadın da tıpkı erkek gibi pek çok işi kolaylıkla yapabilir; fakat hiçbir kadın bir işi erkeklerin yaptığı kadar eksiksiz ve kusursuz yapamaz Yani Platon’a göre kadın ile erkek doğuştan eşittir; ama erkek daha becerikli ve yeteneklidir. Platon’un devlet düşüncesinde erkekler gibi düşünen, karar veren ve davranan kadınların yetiştirilmesi yer almaktadır. Onun ideal devlet düşüncesinde cinsiyet ayrımı olmayan tek tip bir vatandaş modeli yer almaktadır. Bu düşüncelerden de anlaşılacağı üzere Platon kadın ile erkeği doğuştan ayrı tutmamakla beraber sosyal hayat içinde kadını yok saymaktadır. Tabiki bu uzun bir konu ama bu konuya daha sonra değineceğiz.

      Bir de kölelik var . Köleliğin ortaya çıkışıyla kadınların statüsünde büyük bir düşüş yaşanmaya başlamıştır. Çünkü köleler daha çok kadınlardan ve aşağı sınıf erkeklerden oluşturulmuştur.

     Ortaçagın Karanlık döneminden sonra Rönesans dönemi gelir. Rönesans dönemi insanların kendilerine döndüğü, kendi kimlik arayışlarının içerisinde yer aldığı bir dönemdir. Rönesans döneminin en büyük özelliği «hümanistik görüşün» önem kazanmasıdır.

     Rönesans toplumunda ortaçağa oranla sayıları az da olsa kadınlar erkeklerle beraber okula gönderilmiş ve kocalarının yanında cemiyet hayatında yer almışlardır. Soylu ailelerden gelen kadınlar bu vasıflara sahip olmuşlar ama alt sınıfa mensup kadınlar Rönesans felsefesindeki uyanışı yakalayamamışlardır. Kadınlar resim konularına konu olmuş  ölümsüz eserlerin önde gelen ilham kaynağı olmuş sanatçılar tarafından sıkça çalışılmışlar. Ayrıca ve bu dönemde kadın ressamlara rastlarız.  Ortaçağdan sonra kadınlar için önemli bir gelişmedir bu durum.

    Endüstri devrimi ile çok önemli bir aşama kaydedecek bu süreç  insanlık tarihinin ikinci önemli dönüm noktası olacaktır. endüstri devrimi sonrasında başlayan modernizm hareketiyle birlikte daha çok göze çarpan, toplumun bireye yüklediği roller değişmeye başlar .Kadınların ücretli çalışma yaşamına girişi XVIII. yüzyılın sonlarına rastlar. Sanayi devrimi ile ortaya çıkan üretimin örgütlenmesiyle, ihtiyaç duyulan ve düşük ücretle çalıştırılabilecek işgücü gereksiniminin belirmesi burada en önemli faktördür. Bu dönemde büyük ölçekli fabrikalarda fiziksel güç gerektirmeyen işlerde çalışmaya başlayan kadın evdeki işgücünü , ücretsiz aile işçiliğini ve tarımsal alanını bırakıp ,alanı dışına çıkmış ,ücretli işgücü üretim sürecine dahil olmuştur. Kadınların hayatlarına ve haklarına sahip çıktıklarını bu dönemde görürüz.

      8 Mart 1857’de New York’ta yer alan bir dokuma fabrikasında çalışan 40 bin işçi, 16 saatlik işgününün 10 saate indirilmesi ve ücretlerde artış yapılması talebiyle greve başlar. Kadın işçilerin örgütlediği bu grev o güne kadar yapılmış en büyük kadın eylemlerinden biridir. Kadınların örgütlediği eylemi durdurmak isteyen polis, kadın işçilere saldırmış, fabrikanın patronlarının da desteğiyle binlerce işçi fabrikaya kilitlenmiş bu sırada çıkan yangında içeride kilitli kalan işçilerden 129’u yanarak yaşamını yitirmişti. ABD basını bu olaya neredeyse hiç yer vermemiş buna rağmen, işçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katılmış.

    Clara Zetkin’in çabaları ile dünya emekçi kadınlar günü olarak kutlanmaya başlanmıştır.

    Şu an dünya kadınlar günü olarak kutlanıyor.

    Elbette uzun bir dönem olmuştur. O dönemin hak mücadelesi ve kimlik arayışı koşulları ile günümüz mücadelesi farklılıklar göstermekte fakat ücretli veya ücretsiz  değişmeyen ve devam eden emeğin karşılığını alabilme adına hak arayış yöntemlerinin güncelliğini korumasıdır.

    Bugün değişen toplumsal koşullar bu arayışın boyutunu bakış açısını değiştirmiştir.

    Çok acıdır ki şu an Çatalhöyük teki doğal ve kendiliğinden oluşan cinsiyet ayrımcılığı oluşmadan, süregelen iletişim ve üretim şeklini 21. yy da yakalamış değiliz. Kadın yüzyıllar boyunca maruz kaldığı her türlü sömürü şekline, günümüzde yenilerini ekleyerek devam etmekte.

     Önemli bir sorun kadınlar bu sorunların ve demokrasinin bize getirdiği kazanımların  ne kadar hak olduğunun farkında olduğu . Bu farkındalığın oluşması için  geleneksel dayatmaların ve toplumsal bakış açısının etkin olduğu yaşamımız da, alışkanlık haline gelen farketmediğimiz  davranış şekillerini reddederek başlamak. Ama bir yerden başlamak gerek.

   Tabi yaşanan süreç içinde Kapitalist sistem kadını bir meta haline mi getirdi.Tabi ki pazarlama piyasası üretimini yaptığı materyalleri öncelikle en duyarlı ve  ilgili kesime sundu. Kadınlara… Çocuk bakımı, yemek, dekorasyon, giyim, kişisel bakım v.b. kadına hizmet eden sektörler gibi görünsede özünde kadınlara mı hizmet ediyor. Düşünülür…  Kadının kendini tanıması safhasını gerçekleştirdiği takdirde bütün bu hizmetin kadına yapıldığını düşünebilirim.

     Coğrafyanın, geleneklerin, sosyolojik, siyasi yapıların ve inanç sistemlerinin şekillendirdiği ya da etkisi altına aldığı kadın ,içinde bulunduğu toplumsal koşullara göre kimlik arayışına girer.

     Aslında 8 Mart, dünyada kadınların eşitlik, kalkınma ve daha huzurlu yaşam özlemleri dile getirdikleri gündür. Hangi arayış içinde olurlarsa olsunlar Özlerinde mutluluk ve değerli olma önemsenme arayışı içinde hak arama arayışlarını gerçekleştirirler. Daha önceki yazımda  sağlıklı gelişmiş toplumlarda güzelliklerin ve değerli olanın sıradan yaşanmasının toplumların gelişim seviyesi ile ilgili olguna değinmiştik.

     Bu hafta Günlerden 8 mart. Bu hafta tiyatrolar ,müzikler, sermaye piyasası 8 marta hizmet edecek.Pazarlama sektörü için için bir ümit olacak.Piyasanın hareketlenmesi beklenecek.

    İnsanlar kadının ne denli zor durumda olduğunu konuşacak. Günde ortalama 4 kadının öldürüldüğü sevgili ülkemde,kadına güller takdim edilecek.

    Bu gün herkes “ölmek istemiyorum “diyen çığlıkları unutacak.Tıpkı bu sesin her yükselişinde  derneklerin ,insanların  bir afiş ile farkındalığı artırmak, kamuoyu oluşturmak için yaptığı medya  paylaşımların arkasından oluşan sessizliğe kadar. Sonra  yeni bir çığlık oluşuncaya kadar normal olan hayatta her kadın kendi mücadelesinin yaşam telaşına düşecek. Taa ki yeni bir çığlığa kadar.

   Unutmayın lütfen ,her başınız sıkıştığında ,bir kucağa ihtiyacınız olduğunda, dünyaya gelmenize katkıda bulunmuş  anneniz bir kadın ,bir birey… Aşık olduğunuz yaşamınızı birleştirene kadar uykunuzdan olduğunuz ,adına şiirler yazdığınız evlenesiye kadar ölümü göze aldığınız sevgiliniz bir kadın ,bir birey. Sonra hayatınıza giren küçük güzellik büyüdükçe bakış açınızın değiştiği ,eve kapattığınız tehdit ettiğiniz ,çocuk gelin yaptığınız  , kızınız  bir birey… Ve lütfen sevgili anneler doğduğunda kız çocuğunuzdan on adım önde tuttuğunuz erkekliğe adım attırmak için düğünler yaptığınız, evde elini soğuk sudan sıcak suya değdirmediğiniz, erkeklik onurunu korumak adına eğittiğiniz çocuğunuz  oğlunuz. Bugün  o atılan her çığlığın arkasında gene bir kadın var.Der ya şair “analardır adam eden adamı”,aslında her şey cinsiyet ayrımı yapmadan, önce insan kavramının farkındalığı ile başlıyor.

      İnsan olduğu hatırlanana kadar…

       Bugün demokrasinin kadına verdiği söylenen özerkliği konuşanlar Özgecan’ın, Emine Bulut ‘un, yaşam mücadelesi veren kadınların çığlığını duymak zorundalar.

       Bu gün 8 mart kadın sorunlarını, kadın özgürlüğünü ve çözüm noktalarını konuşan kesim ,kadının dün attığı ve gelecekte atacağı çığlığı duymak zorundadır.

O çığlığı atanın bir insan olduğunu bilmek zorundalar….

İşte tam da bu noktada 8 mart dünya kadınlar günümüz (emekçi kadınlar günümüz mü demeliydim), kutlu olsunnnn….