Sahi nasıldı siyasette liyakat?

Geçmişte hükümet sisteminde, bakanlar seçilmiş milletvekillerinden atanırdı. Liderler, bakanlık kadrosunda düşündüğü insanları; yani A Takımı’nı, Antalya gibi sayısal çoğunluğu olan milletvekili listelerine yerleştirirlerdi. (Biz de buna ‘ithal’ derdik.) Bu itirazı yaparken de kendi şehrimizde bakanlık kapasitesi olan insanları siyasete ikna etmek, oralara göndermeyi planlamak, ekip olmak, ekip olarak bir kişinin kenarında kenetlenmek falan gibi hiç düşüncemiz yoktu. Çünkü hepimiz siyasette ‘ben niye yokum’  diyorduk. 

 Liyakat deyince  “diploma”mıdır? Hani bizim gazetecilikte alaylı- mektepli yaklaşımı var ya. (ikisini de inkâr edemem) Bana göre siyasette liyakat, temsil hakkının tabandan gelmesidir. Geçmişe baktığınız zaman siyasi partilerde üyelik vardı, Delegelik vardı.  Üyeler delegeleri seçerdi, delegeler de yönetim kadrolarını. Yani her il delegasyonu, kendisini Ankara'da temsil edecek milletvekillerini ve kendisine hizmet edecek belediye başkan adaylarını, yerel meclis üyesi adaylarını seçerdi.

‘Ön seçim’ denirdi. Kendi genel başkanlığı döneminde ön seçimi iptal edip ‘temayül’ denen ucubeye dönen Deniz Baykal bile genel başkanlığı kaybettikten sonra bu sefer delegelerin de ‘dönemsel’ listeler olduğunu çok iyi bildiği için “üye bazında ön seçim” diye tutturmuş, bunu da başarmıştı.  Artık Deniz Baykal yok. Daha doğrusu artık ön seçimi dillendiren de yok.  Sadece Cumhuriyet Halk Partisi'nden bakacak olursak, bunca aday adayı Ankara'ya şirin görünmek için verdiği çabayı ön seçimi kabul ettirmek için verebilseydi, (onu da sadece Antalya için söylemiyorum) siyaset bugün bambaşka yerde olurdu.

Derdimiz sadece Cumhuriyet Halk Partisi değil, Adalet ve Kalkınma Partisi’nde yapılan temayül yoklaması var. O da bir şekil ‘ön seçimdir.’ Nasıl olduğunu biliyoruz; oy kullanılıyor, oylar sandığa dolduruluyor, hiç kimse sonucu bilmeden çuvallar Ankara'ya gidiyordu. Muhtemelen bu seçimde de aynı olmuştur. İşte bu, sistemi tıkayandır, hatta bir ucu da, ‘Genel merkeze parayı veren adaylığı alıyor’ şekline kadar da gitmiştir.

 Ülkeyi 20 yıldır yöneten, toplamda 70 yıllık bir merkez sağ anlayış; “dünü silip süpüren, ‘yarından sonra’ kaygısı olmayan bir anlayış var.  Özellikle bu dönem,  ülkenin ‘fabrika ayarlarına dönmesi’ söylemi dillendiriliyor. Buna şiddetle ihtiyaç var mı? Var. Ama kendi içimizde, siyasette liyakatı da fabrika ayarlarına döndürecek miyiz? Yani az önce sıraladığım sistem geri gelecek mi?  

Bir seçime gidiyoruz evet bana göre de önemli bir seçim. Çünkü ben değişimden yanayım. Henüz yolun başındayken mevcut cumhurbaşkanının Kaddafi için ifade ettiği şu cümle vardı: “20 yıldır ülkeyi yönetiyor. Bu kadar sürede insan diktatörleşir.” Şimdi çıkıp da bana belge sorma. Bakın arşivlere. Ben istiyorum ki bu kadar acı çeken bir toplumumuz birbirimizi daha fazla kırıp dökmeyelim, tercihimiz ne olursa olsun karşıdakinin tercihine saygı gösterelim. Kalite istemekten, insanlık onuru ile yaşanacak, dünya ile entegre ama mutlaka tam demokrat bir Türkiye isteyelim.