
İbrahim Uysal
ZÜBEYDE HANIM
Zübeyde Hanım, Aslen Osmanlı- 2'ci Mehmed zamanında
Karaman’dan Rumeli'ye göçürülüp, Selanik yakınlarındaki Langaza'da istihdam
edilen, Karamanlı Türkmen ailesi Hacı Sofu'nun kızı olarak 1857 yılında dünyaya
geldi. Babası Sofuzade Feyzullah (Sadullah) Ağa, Annesi Molla Hanım olarak
anılan Ayşe Hanım'dır. Döneminde kadınların okula gitmesi yaygın olmadığından,
Aileden kaynaklanan okur yazarlığı sebebiyle de kendisine Zübeyde Molla
denilmiştir. Oğlu Mustafa Kemal'i 1919'da Anadolu’ya çıktığından beri hiç
görmediğinden; üstelik Osmanlı Padişahı/Sarayı tarafından da hakkında idam emri
verildiği haberini üzerine, uzun bir aradan sonra Oğlu ile 14 Haziran 1922'de
Adapazarı'nda görüşmüşlerdir. Mustafa Kemal, bu buluşmadan sonra, Annesini de
yanına alarak Ankara'ya yerleşti. Selanik ve İzmir'den sonra Ankara'nın
soğukları sağlığını olumsuz etkileyince tedavi amacıyla yeniden İzmir'e geri
döndüler. 14 Ocak 1923 günü 66 yaşında
hayatını kaybetti. Mustafa Kemal Atatürk, ülkenin içinde bulunduğu şartlar
nedeniyle Annesinin mezarına 27 Ocak 1923 günü gidebilmiştir.
Zübeyde Hanım, İzmir-Karşıyaka'da, 1940 yılında
yaptırılan anıt mezarda yatmaktadır.
Mustafa Kemal'in, milletini kurtarmak için hayatını ve
bütün varlığını ortaya koyarken Annesiyle yeterince ilgilenememişti. İşte
Annesinin mezarını kalabalık bir grupla ilk kez ziyaret ederken, ona göz yaşı
döktüren ve duygulandıran; Annesinin çektiği sıkıntılardan konuşmasından bir
bölüm:
" Bunu izah etmek için, müsaade buyurursanız, hayat
ıstırabının bariz birkaç noktasını arz edeyim. Abdülhamit devrinde idi. 1905
tarihinde mektepten henüz Erkân-ı Harb Yüzbaşısı olarak çıkmıştım. Hayata ilk
hatveyi atıyordum. Fakat bu hatve, hayata değil, zindana tesadüf etti.
Hakikaten bir gün beni aldılar ve idare-i müstebidenin zindanlarına koydular.
Orada aylarca kaldım. Validem, bundan ancak mahpustan çıktıktan sonra
haberdar olabildi. Ve derhal beni görmeye şitab etti. İstanbul’a geldi. Fakat
orada kendisi ile ancak üç beş gün görüşmek nasip oldu. Çünkü tekrar idare-i
müstebidenin hafiyeleri, casusları, cellâtları, ikametgâhımızı sarmış ve beni
alıp götürmüşlerdi. Validem ağlayarak arkamdan takip ediyordu. Beni menfama
götürecek olan vapura bindirirlerken, benimle görüşmekten menedilen validem,
gözyaşları ile Sirkeci Rıhtımında elemler ve kederler içinde terkedilmiş
bulunuyordu. Menfada geçirdiğim tehlikeler, O’nun hayatını ıstıraplar ve
gözyaşları içinde geçirtmiştir. Başka bir nokta daha:
“Mütareke zamanında Anadolu’ya geçtiğim vakit, validemi
mustarip bir halde İstanbul’da terke mecbur olmuştum. Yanımda, kendisinin
terfik ettiği bir adamım vardı. Bunu, Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim zaman,
validem bu adamın yalnız olarak geldiğinden haberdar olduğu dakikada, benim,
hakkımda Halife ve Padişah tarafından verilmiş olan idam kararının infaz
edildiğini zanneylemiş ve, bu zan, kendisini felce duçar etmişti. Ondan sonra,
bütün mücadele seneleri, onun hayatını elem, ıstırap içinde geçirtmişti.
Padişah ve hükümetinin ve bütün düşmanların daimî tazyiki ve işkencesi altında
kalmıştı. İkametgâhı bin türlü sebep ve vesilelerle basılır ve taharri edilir,
kendisi iz’aç olunurdu. Validem, üç buçuk senelik bütün gece ve gündüzlerini
gözyaşları içinde geçirdi. Bu gözyaşları, O’na gözlerini kaybettirdi. Nihayet
pek yakın zamanda O’nu İstanbul’dan kurtarabildim. O’na kavuşabildim ki o
artık maddeten ölmüştü, yalnız manen yaşıyordu. Validemin ziyamdan şüphesiz çok
müteessirim. Fakat bu teessürümü izale ve beni müteselli eden bir husus vardır
ki o da anamız, vatanı mahv ve harabiye götüren idarenin artık bir daha avdet
etmemek üzere mezarı âleme götürülmüş olduğunu görmektir. Validem, bu toprağın
altında, fakat hâkimiyeti milliye ilelebet payidar olsun. Beni müteselli edem
en büyük kuvvet budur. Evet, hâkimiyeti milliye ilelebet devam edecektir.
Validemin ruhuna ve bütün ecdat ruhuna müteahhit olduğum vicdan yeminini tekrar
edeyim: Validemin medfeni önünde ve Allah’ın huzurunda ahd ve peyman ediyorum,
bu kadar kan dökerek ve milletin istihsal ve tesbit ettiği hâkimiyetin
muhafaza ve müdafaası için icap ederse validemin yanına gitmekte asla
tereddüt etmeyeceğim. Hâkimiyeti milliye uğrunda canımı vermek, benim için
vicdan ve namus borcu olsun…"*
*: Atatürk’ten Anılar, Kemal Arıburnu, İnkılap Kitapevi
1998.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.