
Gürkut Acar
Sıra İran’a geldi
Haftaya İran Meclisine ve Humeyni’nin mezarına yapılan terör saldırılarıyla girdik. Bir yandan da İngiltere’de ve Fransa’daki terör saldırılarının yansımaları ve alınacak önlemler tartışılıyor.
İran’a yapılan saldırılar Amerikan Başkanı’nın bölgeye yaptığı ziyaretten sonra başladı. ABD başkanı Büyük Ortadoğu Projesinin sondan ikinci ayağı olan bölümü harekete geçirmek için Ortadoğu’da bir Sünni blok oluşturmak üzere geldi. Böylece İran’ı İslam dünyasında yalnızlaştırmayı ve mezhep savaşı çıkarmayı planlıyor. Esas amacı ise İran’ı da Suriye ve Irak gibi bölerek orada da bir Kürt Devleti veya Özerk Bölgesi yaratmaktır.
2012 yılında Malatya’nın Kürecik İlçesine konuşlandırılan “Füze Kalkanı”nın İran’a karşı kurulduğu herkesin bildiği bir gerçekti. Kürecik üssü; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden kaçırılarak ve asla meclise getirilmeden, AKP hükümeti tarafından ABD Büyükelçisi ile yapılan bir “Mutabakat Zabtı” ile ABD’ye teslim edilmiştir. Türkiye’nin her yanında tepki ile karşılanan bu üsse karşı yürüyüş ve gösteriler yapıldı. Ben de bir milletvekili olarak oradaydım. Dağa tırmandık, üssün kapısına kadar dayandık. Başbakan tepkiler üzerine buranın daha önce de NATO üssü olduğunu, bu nedenle ABD’ye teslim edildiğini söyledi. Ancak ABD Büyükelçisinin NATO’yu nasıl temsil ettiğine ilişkin ısrarlı sorulara yanıt alamadık.
Sonuçta; ABD tarafından bir İran kuşatmasının başlatıldığını söyleyebiliriz.
Bugün İran’da başlayan terör olayları; ABD’nin düğmeye bastığını gösteriyor.
Yakında İran içindeki Azeriler ile diğer unsurlar arasında da terör olayları başlarsa hiç şaşmayalım. Türkiye’deki oyunun aynen İran’da da oynanmaya başlatıldığını bilelim.
Bu nedenle Türkiye; İran’daki olayların karşısında, İran’ın bir din devleti ve Şii mezhebinden olduğuna bakmaksızın İran’ın yanında yer almalıdır. Bilelim ki İran’dan sonra sıra Türkiye’ye gelecektir. Bugün binlerce şehit verdiğimiz bu ABD destekli PKK saldırısına karşı koyabilmek için ABD’nin Ortadoğu’da yenilgiye uğratılması zorunludur. Biz yıllardır PKK’ya değil Avrupa ve ABD’ye karşı savaştık. Bu savaşta Ordumuzu, içindeki FETÖ’cü unsurlarla, içinden vuran ABD’dir. ABD’nin Türkiye’nin dostu ve müttefiki olmadığı, PKK ve PYD’ye verdiği silahlarla, artık açıkça anlaşılmıştır.
Bu durumda ülkemizi yöneten siyasal İslamcılar ne yapar?
Bilelim ki “siyasal İslam’ın gerçek Müslümanlıkla hiçbir ilgisi yoktur. Irak’ta ve Suriye’de milyonlarca Müslümanı öldüren ABD, bu yönde en büyük desteğini her ülkedeki siyasi İslamcılardan almıştır. ABD askerlerinin başarısı için duacı olanlara bile rastlanmıştır.
Müslümanlığı da Haçlılara karşı koruyacak esas unsur, ulusalcılar ve milliciler olarak nitelenen Atatürk milliyetçileridir. Bursa’da misyonerlerce bir kızımızın Hıristiyan yapılması karşısında Atatürk’ün nasıl kıyametler kopardığı, nasıl sert karşı tedbirler aldığı hatırlardadır.
Dayandıkları tabana hoş görünmek için siyaset gereği İsrail’le kavgalı bir görüntü veren, fakat gerçekte tüm faaliyetlerini İsrail’in somut çıkarlarına göre düzenleyen onlardır.
Amerikan askerlerinin İncirlik’te Kur’an-ı Kerim’i yakmalarına ve camiye karşı yaptıkları saygısızlığa ne dünyadaki siyasi İslam Liderleri ne de onları destekleyen kitleler hiçbir tepki göstermemiştir.
Bu menfur olayda ABD’ye tepki göstererek Müslümanların onur, şeref ve haysiyetini koruyan yine ulusalcı Atatürk milliyetçileri olmuştur. Çünkü onların iki kıblesi vardır. Manevi dünyalarının kıblesi Kâbe, maddi dünyalarının kıblesi ise müspet ilimdir.
Tüm Müslüman dünyası; acı çekmiş, zulme uğramış, gözyaşı dökmüş, siyasi İslam’ın zehirli reçetesini bizzat yaşayarak öğrenmiştir. Siyasi İslam, Müslümanları bir lokma ekmeğe muhtaç etmekte, ülke zenginliklerini yabancılara peşkeş çekmekte, ulusal çıkarları satışa çıkarmakta ve ülkeyi kutuplaştırarak bölünme için uygun koşullar yaratmaktadır. Bu nedenle, en güçlü oldukları ülke olan Mısır da dâhil olmak üzere, siyasal İslamcılar için tüm dünyada gerileme ve çözülme süreci başlamıştır. Siyasi İslam’ın etkisinden kurtulmadan hiçbir ülke ileri doğru adım atamaz!
Siyasi İslam, gerçek bir İslam Cumhuriyetiyle karıştırılmamalıdır. İki unsur arasında yapısal farklılıklar vardır. Örneğin İran İslam Cumhuriyeti, dini kurallar çerçevesinde örgütlenmiştir. Devlet, yurttaşlarına bireysel olarak dini kuralları dikte eder. Ancak uluslararası ilişkilerinde din değil, ülkenin ulusal çıkarları önce gelir. Her çevreye karşı ülke menfaatleri esas alındığından, bu yönüyle antiemperyalist bir nitelik taşır. Batı, siyasi İslam’ın hüküm sürdüğü ülkelerde olduğu gibi ülke kaynaklarını yağmalayamaz.”(*)
Türkiye; Emperyalizme karşı savaşarak kurulmuş bir Cumhuriyettir. Emperyalizmin ezmek istediği Cezayir’in bağımsızlığı oylamasında çekimser kaldığı gibi; Suriye’de güya Sünni çoğunluğu desteklemek için Başer Esat’a karşı emperyalist ülkelerin yanında yer aldığı gibi, İran’da da ABD’nin güdümünde bir politikayı kabul etmemelidir.
Bize düşman olduğunu PYD’ye PKK’ya silah vererek açıkça ilan eden ABD’ye İran’da destek vermek; kendi idam sehpasını hazırlamak demektir. Ne diyordu Türkiye’nin gençleri: “Susma sustukça sıra sana gelecek!” . Biz de diyoruz ki “İran’da, ABD’ye destek verme sıra bize gelecek!”…
(*)Yeniden Kazanmak
Soner Polat Em.Tüma.
Kaynak Yayınları S:390-391
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.