
Mustafa Yıldırım
DİLİMİZİ TÜRKLER BOZUYOR
Mankenlerin ağzıyla televizyon dizilerinde başladı: İngilizce “incredible” sözcüğünden çevirerek olur olmaz yerde “inanılmaz” ya da “Ay inanmıyorum” dediler ve bozulma yayıldıkça yayıldı. Anadilde ‘yardımcı fiil’ pek az kullanırdı. Çoğunlukla yabancı dilden aktarılan fiillere “mek” ya da “mak” mastar eklemeyince “etmek” ve “yapmak” yardımcıları kullanılırdı.
Kökü Türkçe olan fiillerin tümü binlerce yıldır anadan öğrenilen dile uygun olarak çekim ekleriyle yaşıyordu. Derken Türkçeyi bozmakta üstüne olmayan İstanbul ağzıyla “telaş yapmak” dediler; sonra daha da ileri gidip “panik oldum” ekleniverdi.
Ne ki, bozgunun en büyüğü kök fiillerin neredeyse tümüne “yapmak” fiilinin eklenmesiyle dilin ana dizgesi (sistematiği) , tümce yapısı kökten bozuldu.
Görüntülü yayınları bile kesintisiz bağırarak anlatan ayaktopu anlatıcısının “yitirmek” ya da “kaybetmek” fiillerini kısa görerek, hiçbir gerekçesi olmadan “kayıp yapmak” demesiyle yeni bir kokuşturma dönemi başladı.
Gerisini yeni kuşak gazeteciler getirdiler. Haber yazma kuralı olarak en anlaşılırı ve en yalınını yazmak varken onlar uzattıkça uzatmayı büyük yazarlık sanmaya başladılar ve ne yazık ki kökten bozulma devlet yazışmalarına, bilimsel yazılara sızdı.
En yaygın kullanılan geçmiş zaman kipiyle vereceğimiz kısa liste yozlaşmanın, dili kökten bitirmenin boyutunu gösteriyor:
Daldı x dalış yaptı
Türkiye’ye girdi x Türkiye’ye giriş yaptı
Döndü x dönüş yaptı (geri dönüş yaptı)
Eleştirdi x eleştiri yaptı
Geçti x geçiş yaptı
Vurguladı x vurgu yaptı
Değerlendirdi x değerlendirme yaptı
Korudu x koruma yaptı
Yorumladı x yorum yaptı
Açıkladı x açıklama yaptı
Niteledi x nitelemesini yaptı
Etilendi x maruz kaldı
Vb.
Fiillerin başına gelen temel sözcüklerin başına da geliyor. Eylem amacını belirtmede bağlantı kuran güzelim “için” sözcüğü günlük sözlükten silindi silinecek. Yerine bir başka dilden sözcük koysalar neyse; ama “adına” sözcüğümüzü onun yerine kullanarak yozlaştırdılar. “Adına” bir kurum, bir öbek, bir tekil kişi yerine belirli bir eylemde bulunurken kullanılırdı: Devlet adına gitmek, Ayşe adına imzalamak, aile adına konuşmak vb.
Kim başlattı, ilk kez nerede kullandı anımsamıyorum; ama şu kısa saçmalık listesi yeterince can yakıcı:
Yenmek için x yenmek adına
Yapmak için x … yapmak adına
Şarkı söylemek için x … söylemek adına
Gözünü çıkarmak için x … çıkarmak adına
Dönmek için x dönüş yapmak adına
Kazanmak için x kazanmak adına
Sakatlanmak adına
Gösterme adına
Sevişme adına
Vb.
Gerekçe tümcelerinin başında yer alan “çünkü” nün durumu daha da acınası. Kim, hangi akıllı, unutulup giden yabancı, ses uyumsuz “zira” sözcüğünü dilimize yeniden yapıştırdı da küçük çocuklar bile “çünkü” yü öğrenmeden “zira” diyerek ilk adımlarını atar oldular. Bu tür kullanımda yalnızca sözcük yer değiştiriyor; hiç olmazsa anlam aynı; ama şu “şans” zırvalığı her türlü hoşgörü sınırını zorluyor. ‘Piyango’ ile dilimize yapışan ‘şans’ sözcüğü, iyi sonuçları anlatmakta kullanılırdı. Her ne olduysa, ‘olasılık’ ya da ‘olanak’ ve hatta ‘ihtimal’ , ‘imkân’ bile, bir yana atılarak gelenekselleşen kullanımın tam tersine ‘şans’ kötü durumları da karşılar oluverdi:
Top kaybı yapma adına şansımız
Sakatlanma şansı
Yaralanma şansı
Başaramama şansımız
Savaşta ölme şansımız
Bu arada bazı iyi niyetli gençler anadili korumak için girişimlerde bulunuyorlar; ancak yabancı sözcük karşıtlığı deyince İngilizce sözcüklerle uğraşıyorlar. Dilimizi yüzyıllarca tutsak alan yabancı sözlüklerden kurtarma ve ölüp gitmekte olan Türkçeyi canlandırmak için uğraşan yazarların ve eğitimcilerin yarım yüz yıllık kazanımlarını bir anda yıkıyorlar.
Öz Türkçeye karşı duranların bile diline yapışan Türkçe sözcüklerin yerini yeniden Arapça, Farsça, Ermenice, Rumca sözcükler alıyor: “Sorun” ya da “konu” gidiyor, yerlerine kendisi bir sorun olan “mesele” geliyor; “gerekli” birden buharlaşıyor, söylenişi de Türkçeye o denli aykırı olan “lazım” diziden diziye derken dillere yapışıyor. Sökenilene aşk olsun.
Kendilerini gerilemeye adayanlar ve Cumhuriyet devletinin her yeniliğine karşı olan yeminli düşmanlar, Türkçe’den kaçınmak için ellerinden geleni yaparlardı. Bu tutum siyasal olduğundan anlaşılabilir; ama şu cumhuriyet savunucularının da sözünü ettiğimiz (ama bahis etmediğimiz) yozlaştırmaya kapılıp gitmelerini nasıl açıklayacağız?
Dil korumacısına yakışmayacağını bile bile davranışa “densizlik” demekten kendimi alamıyorum.
“Türkçülüğü kimselere bırakmayanlara ne demeli?
Hem Türkleri kökenlerine inmeye çağırıyorlar hem de Arapçaya, Farsçaya gösterdikleri dostluğu, korumacılığı, kendi anadil köklerinden türemiş ya da dili geliştirmek için anadil kurallarına uygun olarak türetilmiş sözcüklere “uydurma” diyerek aşağılamadan edemiyorlar. Hem Arapça-Farsça-Ermenice- Rumca karmaşası Kürtçeye karşı çıkıyorlar; hem de Kürtçe karmaşasından daha beter olan “Arapça-Farsça-Ermenice-Rumca” karmaşası olan Osmanlıcayı canlandırmaya çalışıyorlar. Oysa Osmanlıca’daki Türkçe sözcük oranı Kürtçe’den yalnızca yüzde iki-üç daha azdır.
Dilin korunmasını ve geliştirilmesini ana dava edinen gazete yazarları da bu yolun yolcusu oldular. Dilin en önemli, belki de en başta gelen korumacıları olan gazeteler, dergiler bugün dili bozmayı iş edinmiş gibiler. Türkçenin zenginleşmesine, güçlenmesine katkıda bulunan, doğru kullanıma özen gösteren yayıncılar, bırakınız kitap dosyası değerlendirmelerinde Türkçe kullanımını birinci koşul olarak öne sürmelerini, yayın tanıtımlarında yoz kullanıma sapıyorlar.
Yaşam öykülerini okuduğumuz çok ünlü usta yazarların, örneğin Rifat Ilgaz’ın gazetelerde düzeltmen (çok eskilerde ‘mürettiplik’) olarak çalıştığını okudukça şaşardık. Onca değerli yapıtları ortaya koyan bu kişilerin daha iyi işleri olsaydı, derdik. Oysa şimdilerde gazetelerde öyle haberler, öyle yazılar okuyoruz ki dili-anlatımı düzeltmek için değil de bozmak için uğraşmışlar gibi.
‘Yeni çıkanlar’ raflarına her gün ortalama elli kitap konuluyor. Bu kitapların çoğundaki Türkçe düşmanlığından söz etmek bile yersiz. Aslına bakarsanız günümüzde yayınlanan kitapların dilini-anlatımını düzeltecek yetkinlikte dil-yazın emekçisi bulmak da çok güçleşti.
Yakında bu dertlerden kurtulacağız, Osmanlıca-İngilizce karmaşasında ne dil bozukluğunu, ne de anlatım saçmalığını denetlemek gerekecek; çünkü adı üstünde ‘karmaşa’ ve karmaşanın düzeni olmadığından bozulacak bir yeri de yoktur.
Olan beyindeki düşünce üretim merkezlerine olacak; çünkü düşünce üretimi ve yaratıcılık, sular, seller gibi akan bir dil gerektirir. O akıcılık olmazsa mağara devrine doğru yol alınırken dilleri yetkinleşen toplumların dilsiz köleleri olunur.
İşin aslı; özellikle dil dernekleri bozulmaya karşı günlük sert eleştiriler yöneltmedikçe kimsenin de uyanacağı yok!
Not: Hakkını yememeli; Türkiye Radyuoları ve daha sonraları TRT Türkçe’yi doğru kullanma ordusunun başkumandanıydı. Son yirmi yıldır da Türkçe karşıtı saldırının başkumandanı oldu.
M. Yıldırım, The General, UDY, 2008
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.