Sosyal bir varlık olarak biz İnsanların iki
boyutu vardır. İlki, sade ve yalın hali ile biz(ben) tekil olan kısmımız.
Diğeri ise, biz(ben)in dışında ki çoğul olan, bulunduğumuz konum ve
temsiliyetimize bağlı olarak sosyal-toplumsal-siyasal konumumuz.
--Üreten, çalışan insan her zaman hata
yapma sınırları içinde dolanır durur. Yapar yapmaz ayrı bir konu ama sınırı da
budur.
--Nasıl üretip, çoğaltıp sonuç aldığımız
şeylerin ödüllerini, verimlerini, ürünlerini alıyor isek, yaptığımız hataların
da sonuçlarını tekil olarak alır, yaşar, uğraşır dururuz.
--Bu tür şeyler, temsil ettiğimiz kişi ya
da kişiler, Biz(ben) ile sınırlıdır.
--Bir de bizim(benin) temsil ettiğimiz,
bulunduğumuz konum gereği yaptıklarımız vardır. Başarı ya da başarısızlık olarak.
Burada başarı ya da başarısızlığın bize(bene) elbette ki etkileri olur ama
çıkan olumlu ya da olumsuz sonuçlar, ilgili ya da ilgilenen grup, taraf ya da
kişilerce paylaşılır.
--Bu bazen bir statü, maddi bir çıkar, ya
da başarısızlık, acı, üzüntü olarak ilgili tarafları bir şekilde ilgilendirir.
Herkes payına düşene razı olur.
--Geçenlerde Yeni Şafak Yazarı Aydın
Ünal'ın 20 Eylülde çıkan yazısı aklıma geldi, şu tren kazasından sonra. Sağ,
sol olarak düşünce ve davranışlarda ki yanlışlıkları isyan ederek sıralamış
--Bir kaç gün önce ben de paylamıştım, güme
giden Soma Maden kazası ile yatmışken, Ankara-Konya seferi için yola çıkan,
günlük olağan kontrollerini yapan, Ankara'nın bir yanından bir yanına yoksul ve
kırsal semtlerin insanlarını taşıyan Banliyö Trenlerinin kazası ile uyanmıştık.
--Öyle bir noktaya geldik ki, iyi şeyleri
neden ise hep kullar yapıyor, kötü şeyler ise, Allahtan geliyor.
--Fırtınayla çarpışıp bize limanı gösteren
Fransız şair, Pierre – Jean de Beranger'in Tanrı Baba şirinde ki dizeleri geldi
aklıma:
--"Tanrı Baba, bir sabah uyanınca,
Biz insanları düşündü nasılsa
Gitti pencereye, Kim bilir, dedi;
Belki de o gezegen yok olup gitti.
Böyle dedi ama baktı uzakta, çok uzakta
Fırfır, fırfır dönüyor dünya.
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı
Alsın vallahi bir şey anlıyorsam
Bu dünyalıların tutumlarından
--Şeytan canımı alsın
--Alsın vallahi çocuklar
--Bir şey anlıyorsam
--Bu dünyalıların tutumlarından. ..."
--Gerçekten ben de artık bir şey anlamıyorum
bu dünyalıların hal, davranış ve tutumlarından.
--Kişisel yaşam nasılsa bilgi, deneyim ve
sağlanan olanaklar üzerine kuruluyor ise, Sosyal-Toplumsal-siyasal yaşamda
bunlar üstüne kurulması gerekir.
--Kişisel yaşamda babanızın, ananızın ya da
başka bir yakınızın size sağladığı olanak ve ayrıcalıklar, nasıl sizi aklınızı
da kullanmanız kaydı ile başarıya götürüyor ise,
--Sosyal-Toplumsal-Siyasal yaşamda da,
kurduğunuz ve sahip olduğunuz ilişkiler, sizi bir yerlere götürür.
--Kişisel yaşamın başarısı gibi
başarısızlığı da sizi(kişiyi) tekil olarak ilgilendirir. Kişi, ailesi,
soyu-sopu gibi.
--Diğerinde ise, sorumluluk daha yaygındır.
Kişi, tekil kişi olmaktan çıkmış sosyal-toplumsal-siyasal bir role bürünmüştür.
Temsiliyet kazanmıştır.
--Dolayısı ile, başarı da başarısızlık da,
temsil edip etmemesine bakılmaksızın ilgilendiren tarafları topluca
ilgilendirir.
--Bu genel anlamda böyledir ama ülkemiz
geneline bakınca, nedense bunun böyle olmadığını görüyoruz.
--Neden ise bizim sosyal-toplumsal-siyasal
sorumluluk üstlenmişlerimiz sütten çıkmış ak kaşıklar maşallah.
--Ödül, nemalanma kişiselleşip iç
edilirken, sorumluluk ve başarısızlık yaygınlaştırlıp, muhatabın kaybolmasına,
sorumlunun gizlenmesine kadar kadar götürülmektedir.
--Bu ülkede, hiç bir olumsuzluğun
sorumluları, yapanları, yaptıkları olumsuzluktan dolayı sorumlu tutulmazlar. .
Hep olayın dışındakiler ya da içinde ise de önemsiz rol ve görev üstlenenler
sorumlu tutulur ve cezalandırılır.
--İyi de yönetim bir bütün değil midir.
Aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya; sağdan sola, soldan sağa kadar.
--Burada sorun, toplumsallıktadır. Yani
toplum, bir rolünü, görevini yapmıyor, yeterince yerine getirmiyor demektir.
--Uygar, gelişmiş, çağdaş Ülkeler ile
gelişmemiş, geri kalmış Ülkelerin arasında ki fark da buradadır.
--Uygar Ülkelerde sorumlular bellidir ve
toplum bunu ödüllendirir ya da cezalandırır.
--Bizim gib geri kalmış ülkelerde ise, ödül
kişiselleştiği için iç edileceğimden, sorun ortada kalır.
--Çünkü, sorunun kaynağı ve sorumlular
ortadan kaybolurlar, bu kaybolanları da hesap sorması gereken toplum üyeleri
aralarında gizlerler. Olay olur, biter ve unutulur gider.
--Hesap mı?
--Allaha havaleden daha kolayı ne ola ki.
--Öyle bir noktaya geldim dayandım ki işin
içinde çıkamıyorum. Bırakın Allah inancını, sadece vicdanın olması bile insanı,
bir şeyler karşısında sorumlu tutar.
--Eğer bu ortalıkta dolaşan ve kendilerini
Allah’ın has kulları olarak ilan edenler, LAWRENS, TOPAL MOLLA gibi İngiliz ya
da başka bir ajan değil iseler ve Müslüman görünümlü başka bir dinin
misyonerleri/ajanları değil iseler, o zamanda inançlarından kuşku duymamız
gerekmektedir.
--"Kul Hakkı" bir isim değildir.
"Kul Hakkı" insani ve insansal vicdani bir sorumluluktur.
--Artık her türlü iktidar sahiplerine
diyecek bir sözüm kalmadı.
--Ama her gün ölen, aç ve açıkta kalan sen
ya da senin gibi birisi iken, bu kadar sessizliğin ve işbirlikçiliğinin nereye
kadar ey yurttaşım. Ey Halkım.
--Sen sanır mısın ki sen istisnasın. Bak
bir düne, senin gibi ne "hık diyicinin, ıhh deyicisi" geldi geçti,
oğullarına, torunlarına yığın ile günah bırakarak.
--Artık, toplum olarak, toplumsal-sosyal-siyasal
başarıları görev başındakiler adına kişiselleştirmekten, başarısızlıkları da
yaygınlaştırıp umursamazlık noktasına taşımaktan vaz geçmezsek,
--Evet, vaz geçmezsek,
--ACILAR:
--Bizi tez büyütecek, bizler de acılara
dayana dayana gidip biteceğiz bir gün. Ne fayda?