Belirli dönemlerde
bazı olaylar küllenmiş gibi görünür.
Siyasal iktidarı
elinde tutanlar “kadir-i mutlak” gibidirler.
Kimse onlara
dokunamaz.
Parmağını
kaldıranın parmağı kesilir.
Bir zamanlar Fetullah Gülen Hocaefendi de böyleydi.
AKP iktidarı;
Fetullah aleyhinde söz söyleyeni söylediğine pişman ediyordu.
FETÖ’cüler pervasızlardı,
devlet aygıtını uzun yıllar süren gizli bir örgütlenmeyle ele geçirdiler.
Askeri okul sınavlarında, terfilerde, polis örgütü sınavlarında, Üniversite
sınavlarında hile yaptılar, kendi adamlarını kazandırdılar. Bulundukları makamı
hak etmeyen binlerce kişi, kendilerinden önce kazanmayı hak edenlerin yerine,
bu okullara girdiler.
Bütün bunlara izin
veren AKP iktidarıydı.
Günü geldi,
örgütlenmenin sivil ve masum olmadığı; silahlı bir terör örgütü olduğu
anlaşıldı…
O gün, küllenmiş
olan tüm haksızlıklar ortaya döküldü.
Haksız kararları
verenler, iki astsubay ile başlayıp genelkurmay başkanına kadar tutuklayan,
masum insanları dört-beş yıl yok yere tutuklu yargılayan yargıçlar sanık
sandalyesine oturdular.
Aynı şekilde üstü
küllenmiş ve kapatılmış 17-25 Aralık olaylarının yıldönümünü yaşıyoruz. Geçmişi
bize Adana Barosu Başkanlarından Mengücek Gazi Çıtırık bakınız şöyle anlatıyor:
“2013 yılının 17
Aralığında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının başlattığı operasyon,
Cumhuriyet tarihimizin dış ayakları da bulunan en büyük rüşvet, karapara
aklama, güveni kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma suçlarından çok sayıda
kişi gözaltına alınıyordu. Dönemin Fatih Belediye Başkanı, İş adamları, İranlı
İş adamı Rıza Sarraf, Halk Bankası Genel Müdürü, dönemin İç İşleri Bakanı
Muammer Güler’ in oğlu, Ekonomiden sorumlu bakan Zafer Çağlayan’ ın oğlu, Çevre
ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğluyla birlikte 89 kişi gözaltına
alınıyordu.
Siyasi iktidar
AKP; operasyonda izlenen yöntemler nedeniyle aranacak ev ve işyerleri ile
gözaltına alınan kişilerden bilgi sahibi olamıyordu. Aslında yargı görevini
yerine getirmek uğraşı içindeydi. Ancak siyasi iktidar ilk dakikadan itibaren,
bunun mevcut hükümeti düşürmeye yönelik bir girişim olduğu, paralel yapı adı
verilen bir illegal oluşumun yürüttüğünü ileri sürecekler, daha sonra İstanbul
Emniyet Müdürlüğünde operasyonda görevli beş şube müdürü görevlerinden
alınırken, İstanbul Emniyet Müdürü merkeze çekiliyordu.
Gözaltılar da
Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar’ın oğlu dışında iki bakanın oğlu, Halkbank
Genel Müdürü, Fatih Belediye Başkanı, İranlı İş adamı Rıza Sarraf ve çok sayıda
kişi tutuklanıyordu. Operasyon üç soruşturmaya dayanmaktaydı. TOKİ’deki
yolsuzluk ve usulsüzlükler ile İranlı iş adamı Rıza Sarraf’ın hükümetteki
çeşitli bakan ya da bakan çocuk ve yakınlarına verilen rüşvet iddiaları
oluşturuyordu. Dönem başbakanı Erdoğan, “Türkiye üzerinde operasyon yapılacak,
ameliyat yapılacak ülke değildir. AKP iktidarı buna izin vermeyecektir”
diyordu.
Emniyet Genel Müdürlüğünde
köklü tasfiyeler başlıyor, görevden almalar, görev yeri değişiklikleri devam
ederken, bir yandan da Adli Kolluk Yönetmeliğinde değişikliğe giderek,
operasyonlarda görevli emniyet birimlerinin amirlerine ve valiliğe bilgi verme
yükümlülüğü getiriliyordu. Bir hafta içinde adı geçen üç bakan istemeyerek de
olsa istifa ederlerken, önemli açıklamayı Erdoğan Bayraktar yapıyordu:
“Soruşturma dosyasında var olan ve onaylanan İstanbul İmar Planlarının büyük
bir bölümü sayın Başbakan’ın talimatıyla yapıldı ve Başbakan da istifa
etmelidir” diyerek, yankı uyandıran bu konuşması gündemi ve AKP’yi derinden
etkileyerek, siyasi iktidar hükümette yeni değişikliklere gitmek zorunda
kalıyordu.
Gündeme düşen en
önemli hususlardan biri de teknik takip sonuçları, fotoğraflar, Başbakan
Erdoğan’ın oğlu Bilal, çeşitli gazeteciler ve iş adamlarıyla yapılan telefon
görüşmeleri, ayakkabı kutuları içinden çıkan milyon dolarlar, şifreli çelik
kasalar akıllarda kalacaktı. Skandallar bununla da bitmeyecekti. TBMM’de dört
bakanın Yüce Divan’a gönderilmesiyle ilgili oluşturulan komisyonun kamuoyunu bilgilendirmeye
yönelik yetkilerine yayın yasağı getirilirken, komisyondan bakanların Yüce
Divan’a gönderilmemesi kararı çıkarken TBMM’de yapılan oylamada önergeler
reddedilecek ve dört bakan sözüm ona AKP oylarıyla aklanıyordu (!).
17 Ekim 2014’te
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 17 Aralık 2013’de başlatılan operasyon
soruşturma hakkında usulüne uygun kanıt toplanmadığı ve suçun unsurlarının
oluşmadığı gerekçesiyle takipsizlik kararı veriyordu.
Bundan sonrasını
hani 17/25 Aralık’ı “Yolsuzlukla Mücadele Haftası” olarak ilan eden, makam
odasındaki duvar saatini 17.25’te durduran MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye
bırakalım:
MHP lideri Bahçeli, yazılı olarak yaptığı açıklamasında
şunları kaydetti:
“Türkiye rüşvet ve yolsuzluğa saplanmış, kanunsuzluk ve
ahlaksızlığa sırtını yaslamış bir iktidarın elinde ve egemenliğinde baştan
ayağa kıvranmaktadır. Maalesef hukuk susmuş, adalet tökezlemiş, vicdan felç
geçirmiştir. Kirli siyaset, kirli ticaret, kirli kazanç ülkemizin önünü kapatmış,
bahtını karartmıştır. AKP Hükümeti rüşvet ve yolsuzluğun mihenk taşı, ağırlık
noktası, sevk ve idare merkezi olarak ün yapmış, şöhret basamaklarını hızla
tırmanmıştır. Bu kapsamda millet iradesi hiçe sayılmıştır. 17-25 Aralık 2013
tarihlerinde gün yüzüne çıkartılan tarihin en büyük yolsuzluk skandalı bir
yıllık süre içinde karartılmak ve kapatılmak istenmiştir. Hükümet rüşvet
iddialarını, yolsuzluk ithamlarını aydınlatmak için, açığa çıkarmak yerine
örtmenin, ötelemenin ve inkârın basit kurnazlığına kapılmıştır. Fakat tüm baskı
ve zorlamalara rağmen, 17-25 Aralık haram ve hıyanetle söz kesen iktidarın
maskesini indirmiş, ipliğini pazara çıkarmıştır.”
Sonuçta verilen
karar, takipsizlik kararıdır. Yani kovuşturma yapılmasına yer yoktur kararı
verilen bu karar bir beraat (aklama) kararı değildir. ABD’de Rıza Sarraf ve
Mehmet Hakan Atilla yargılamaları dikkate alınmalı, buradaki dosyadaki beyanlar
ve kanıtlar gözetildiğinde, yeni kanıtlar ortaya çıkmıştır ve İstanbul
Cumhuriyet Savcılığının takipsizlik kararını kaldırarak, sorumlular hakkında
yargılanma süreci başlatılmalıdır.
Temiz toplum temiz
siyaset istiyorsak, “bizden” “benim adamım” bizim hırsızımız” “adamlar
çalıyorsa da çalışıyorlar” sözlerine son vererek beytülmala el sürdürmemek,
ülke kaynaklarını doğru, yerinde ve verimli kullanmak, kul hakkı, yetim-öksüz
hakkı yemeden temiz siyasetin önünün açmak gerekir”…
Sonuç şudur: gün
olur devran döner, keser döner sap döner, yanlış hesap Bağdat’tan döner…