Ancak en önemli nedenlerden biri de enerji kaynaklarının
değişimine ayak uyduramamaktır diyebiliriz. Osmanlı İmparatorluğu odun
enerjisiyle giderken batılı toplumlar Kömür enerjisine geçmişlerdir. En az yüz
yıllık bir gecikmeyle kömür enerjisine geçildi. Kömürlü buhar makineleri
gemilerde kullanılırken Osmanlı İmparatorluğu odunla buhar kazanı ısıtmaya
çalışıyordu. Batılı toplumlar Petrol enerjisine geçtiğinde ise İmparatorluk
hâlâ kömür dönemini geçememişti. Onlar elektrik enerjisine geçtiğinde ise
Osmanlı İmparatorluğu Anadolu’da gaz lambasıyla devam ediyordu.
“1918 yılının 23 Şubat gecesi, petrol savaşlarının sonuna
gelindiği bir sırada Padişah II. Abdülhamit yaşamını yitirdi… Aynı yılın 3
Temmuz günü de İmparatorluğun 35. Padişahı V. Mehmet Reşat hastalanarak 74
yaşındayken vefat etti. 36. Ve sonuncu Padişah IV. Mehmet Vahidettin ise 4
Temmuz 1918 günü 57 yaşında tahta geçtiğinde Şeyhülislam’a şaşkınlığını
gizlemeyecek kadar açık konuşuyordu:
‘Ben bu makam için hazırlanmadım. Çocukluğumdan beri rahatsız
olduğumdan yeterli eğitimi alamadım. Yaşım kemale erdi. Dünyada bir emelim
kalmadı. Fakat takdiri ilahî ile teveccüh etti; bu ağır vazifeyi deruhte ettim.
Şaşırmış bir haldeyim. Bana dua ediniz’ (*) (Bugün de aynı durumdayız GA)
Gerçekten de tahtta kaldığı dört yıl dört aylık süre içinde
hemen her gün duaya ihtiyaç duydu. Yaşadığı anların en kötüsü ise, İstanbul’un
İtilaf Devletlerince işgaline tanıklık etmiş olmasıydı. Fransa’ya gönderdiği
Bağdatlı Hadi Paşa ile Rıza Tevfik ve Reşat Halis Beylere, İmparatorluğunun
geleceğini noktalayan antlaşmayı 10 Ağustos 1920 günü Paris’in Sévres
Kasabasında imzalamaları için talimat vermesi de en kötü anılar kadar acıydı.
Ülkenin enerji ve ekonomi konularda içine düştüğü durum da iç
açıcı değildi. Anadolu’da elektriğin ne olduğu bile bilinmezken, imparatorluğun
pay-i tahtındaki tramvaylar atlarla çekilirken, hepsi de ülke sınırları dışında
kalan Selanik, Şam ve Bağdat’taki tramvayların elektrikle işlemeye başlaması bu
konulardaki politikaların eksikliğini çok iyi sergiliyordu…
Sakarya boylarında Yunanlılar ulaşımı motorlu araçlarla
sağlarken, Türk Ordusunda bir tek kamyon bile yoktu. Önemli demiryolu köprüleri
tahrip edildiğinden, taşımacılık genellikle hayvanlarla yapılıyordu. Hafif
topları bir çift at çekerken, ağır top arabalarına sekiz öküz koşuluyordu.
Çöllerdeki kızgın kum tepeleri ise develerle aşılıyordu. Kurtuluş savaşı
sırasında Fransa’dan satın alınan 200 kamyonetle ordumuz ilk defa motorlu
taşımaya kavuşmuştu. Yine Fransızların hediye ettikleri ilk uçakların ardından
İtalya’dan satın alınan20 uçak ilk filomuzu oluşturuyordu….
…
Ekonomide makine-enerji ilişkisi hâlâ kurulamamıştı. Öküz
sıkıntısı çekildiğinden, Anadolu’daki tarlaların birçoğu, bir tarafından zayıf
bir inek, diğer tarafında ayakta duracak hali kalmamış bir eşek tarafından
çekilen karasabanlarla sürülmeye çalışılıyordu. 1. Dünya Savaşının son
yıllarında Almanya ve Avusturya’dan getirtilen bir miktar traktör, harman
makinesi, orak makinesi ve pulluk gibi tarım makineleri ise ihtiyacı
karşılamaktan çok uzaktı. Üstelik, tahıl ambarı olan Konya ve Ankara
civarındaki büyük çiftçilere dağıtılan bu makineler, sadece, İstanbul
Halkalı’daki Tarım Okulu’ndan hasat zamanında bu bölgeye gönderilen öğrenciler
tarafından işletilebiliyordu. Üretilen buğdayın büyük bir kısmı da zaten
Almanya’ya gönderiliyordu.
…Toplam beygir gücünün yüzde 76’sı, hâlâ, bir önceki yüzyılın
gücü olan buharla işliyordu. XX. Yüzyılın modern enerjisi olan elektriğin payı
ise ancak yüzde 6’ya ulaşmıştı…
Kent elektriği yalnızca İstanbul’da vardı. Bu şehirdeki büyük
caddeler elektrikle aydınlatılıyor, sanayide de büyük ölçüde elektrik
kullanılıyordu. Ülkenin ikinci büyük şehri olan İzmir elektrikten ancak kısman
yararlanabiliyordu. Elektrikle henüz tanışmamış olan Ankara’da ise Büyük Millet
Meclisi toplantı salonu bile bir kahveden alınan büyük bir gaz lambasıyla
aydınlatılıyordu. Daha sonra Meclise bir jeneratör alınmasaydı ve Meclisin
karşısında, Ankara’nın tek sineması olan Şehir Bahçesi de kurulmasaydı,
Osmanlı’nın son günlerini yaşayan Ankaralıların üç temel ihtiyaç meddesi ‘gaz,
tuz ve bez’ olarak kalmaya devam edecekti.
Son Osmanlı Padişahı, 17 Kasım 1922 günü, Müslümanların
Halifesi sıfatıyla İngiltere’ye sığınarak bir İngiliz savaş gemisiyle ülkesini
terk ettiğinde ülke bu haldeydi. 1926’da San Remo’da vefat edene kadar sürgün
hayatı yaşadıktan sonra Şam’daki Süleymaniye Tekkesine gömüldü. Bu arada,
Osmanlı İmparatorluğu tarafından verilen son petrol imtiyazına imza atma
onuruna da erişmişti. Petrol İmtiyazlarıyla ilgili son Osmanlı belgesi 12
Haziran 1922 tarihini taşımaktadır., Maadin Nizamnamesinde tadilat yapan 608
sayılı kanunun Büyük Millet Meclisi’nce kabul edilmesinden hemen 2,5 ay sonra
yayımlanması ilginçtir. Çünkü 18 Ocak tarihli ve 552 sayılı kararnameyi
tamamlayıcı nitelikteki 608 sayılı kanunla, Nizamnamenin 45. Maddesi
yabancılara maden imtiyazı verilmesini önleyecek şekilde, tadil edilmişti…”
“Osmanlı’da Neft ve Petrol” araştırmasıyla Volkan Ş. Ediger
dünyaya, Osmanlı tarihine, enerji kaynaklarının paylaşılması savaşlarına nesnel
(objektif) ve tarafsız ver bilimsel olarak bakmamızı
sağlıyor. Bu araştırma; gelecek kuşaklara yol gösterici niteliktedir.
(*)AGE
Sayfa:378-381