Osmanlı İmparatorluğu uygarlık trenini neden kaçırdı? Bunun sayılamayacak çok nedeni var. Dünyanın değişmesi, Fas, Tunus, Cezayir’den (Trablusgarp’tan) Basra Körfezine kadar yayılmış bir İmparatorluğun egemenlik sahası dışında deniz yollarının araştırılması, bulunması, (coğrafi keşifler), bilim ve teknikteki gelişmelerin değerlendirilememesi, Milliyetçi akımların toplumları etkilemesi gibi birçok neden sayabiliriz.

Ancak en önemli nedenlerden biri de enerji kaynaklarının değişimine ayak uyduramamaktır diyebiliriz. Osmanlı İmparatorluğu odun enerjisiyle giderken batılı toplumlar Kömür enerjisine geçmişlerdir. En az yüz yıllık bir gecikmeyle kömür enerjisine geçildi. Kömürlü buhar makineleri gemilerde kullanılırken Osmanlı İmparatorluğu odunla buhar kazanı ısıtmaya çalışıyordu. Batılı toplumlar Petrol enerjisine geçtiğinde ise İmparatorluk hâlâ kömür dönemini geçememişti. Onlar elektrik enerjisine geçtiğinde ise Osmanlı İmparatorluğu Anadolu’da gaz lambasıyla devam ediyordu.

“1918 yılının 23 Şubat gecesi, petrol savaşlarının sonuna gelindiği bir sırada Padişah II. Abdülhamit yaşamını yitirdi… Aynı yılın 3 Temmuz günü de İmparatorluğun 35. Padişahı V. Mehmet Reşat hastalanarak 74 yaşındayken vefat etti. 36. Ve sonuncu Padişah IV. Mehmet Vahidettin ise 4 Temmuz 1918 günü 57 yaşında tahta geçtiğinde Şeyhülislam’a şaşkınlığını gizlemeyecek kadar açık konuşuyordu:

‘Ben bu makam için hazırlanmadım. Çocukluğumdan beri rahatsız olduğumdan yeterli eğitimi alamadım. Yaşım kemale erdi. Dünyada bir emelim kalmadı. Fakat takdiri ilahî ile teveccüh etti; bu ağır vazifeyi deruhte ettim. Şaşırmış bir haldeyim. Bana dua ediniz’ (*) (Bugün de aynı durumdayız GA)

Gerçekten de tahtta kaldığı dört yıl dört aylık süre içinde hemen her gün duaya ihtiyaç duydu. Yaşadığı anların en kötüsü ise, İstanbul’un İtilaf Devletlerince işgaline tanıklık etmiş olmasıydı. Fransa’ya gönderdiği Bağdatlı Hadi Paşa ile Rıza Tevfik ve Reşat Halis Beylere, İmparatorluğunun geleceğini noktalayan antlaşmayı 10 Ağustos 1920 günü Paris’in Sévres Kasabasında imzalamaları için talimat vermesi de en kötü anılar kadar acıydı.

Ülkenin enerji ve ekonomi konularda içine düştüğü durum da iç açıcı değildi. Anadolu’da elektriğin ne olduğu bile bilinmezken, imparatorluğun pay-i tahtındaki tramvaylar atlarla çekilirken, hepsi de ülke sınırları dışında kalan Selanik, Şam ve Bağdat’taki tramvayların elektrikle işlemeye başlaması bu konulardaki politikaların eksikliğini çok iyi sergiliyordu…

Sakarya boylarında Yunanlılar ulaşımı motorlu araçlarla sağlarken, Türk Ordusunda bir tek kamyon bile yoktu. Önemli demiryolu köprüleri tahrip edildiğinden, taşımacılık genellikle hayvanlarla yapılıyordu. Hafif topları bir çift at çekerken, ağır top arabalarına sekiz öküz koşuluyordu. Çöllerdeki kızgın kum tepeleri ise develerle aşılıyordu. Kurtuluş savaşı sırasında Fransa’dan satın alınan 200 kamyonetle ordumuz ilk defa motorlu taşımaya kavuşmuştu. Yine Fransızların hediye ettikleri ilk uçakların ardından İtalya’dan satın alınan20 uçak ilk filomuzu oluşturuyordu….

Ekonomide makine-enerji ilişkisi hâlâ kurulamamıştı. Öküz sıkıntısı çekildiğinden, Anadolu’daki tarlaların birçoğu, bir tarafından zayıf bir inek, diğer tarafında ayakta duracak hali kalmamış bir eşek tarafından çekilen karasabanlarla sürülmeye çalışılıyordu. 1. Dünya Savaşının son yıllarında Almanya ve Avusturya’dan getirtilen bir miktar traktör, harman makinesi, orak makinesi ve pulluk gibi tarım makineleri ise ihtiyacı karşılamaktan çok uzaktı. Üstelik, tahıl ambarı olan Konya ve Ankara civarındaki büyük çiftçilere dağıtılan bu makineler, sadece, İstanbul Halkalı’daki Tarım Okulu’ndan hasat zamanında bu bölgeye gönderilen öğrenciler tarafından işletilebiliyordu. Üretilen buğdayın büyük bir kısmı da zaten Almanya’ya gönderiliyordu.

…Toplam beygir gücünün yüzde 76’sı, hâlâ, bir önceki yüzyılın gücü olan buharla işliyordu. XX. Yüzyılın modern enerjisi olan elektriğin payı ise ancak yüzde 6’ya ulaşmıştı…

Kent elektriği yalnızca İstanbul’da vardı. Bu şehirdeki büyük caddeler elektrikle aydınlatılıyor, sanayide de büyük ölçüde elektrik kullanılıyordu. Ülkenin ikinci büyük şehri olan İzmir elektrikten ancak kısman yararlanabiliyordu. Elektrikle henüz tanışmamış olan Ankara’da ise Büyük Millet Meclisi toplantı salonu bile bir kahveden alınan büyük bir gaz lambasıyla aydınlatılıyordu. Daha sonra Meclise bir jeneratör alınmasaydı ve Meclisin karşısında, Ankara’nın tek sineması olan Şehir Bahçesi de kurulmasaydı, Osmanlı’nın son günlerini yaşayan Ankaralıların üç temel ihtiyaç meddesi ‘gaz, tuz ve bez’ olarak kalmaya devam edecekti.

Son Osmanlı Padişahı, 17 Kasım 1922 günü, Müslümanların Halifesi sıfatıyla İngiltere’ye sığınarak bir İngiliz savaş gemisiyle ülkesini terk ettiğinde ülke bu haldeydi. 1926’da San Remo’da vefat edene kadar sürgün hayatı yaşadıktan sonra Şam’daki Süleymaniye Tekkesine gömüldü. Bu arada, Osmanlı İmparatorluğu tarafından verilen son petrol imtiyazına imza atma onuruna da erişmişti. Petrol İmtiyazlarıyla ilgili son Osmanlı belgesi 12 Haziran 1922 tarihini taşımaktadır., Maadin Nizamnamesinde tadilat yapan 608 sayılı kanunun Büyük Millet Meclisi’nce kabul edilmesinden hemen 2,5 ay sonra yayımlanması ilginçtir. Çünkü 18 Ocak tarihli ve 552 sayılı kararnameyi tamamlayıcı nitelikteki 608 sayılı kanunla, Nizamnamenin 45. Maddesi yabancılara maden imtiyazı verilmesini önleyecek şekilde, tadil edilmişti…”

“Osmanlı’da Neft ve Petrol” araştırmasıyla Volkan Ş. Ediger dünyaya, Osmanlı tarihine, enerji kaynaklarının paylaşılması savaşlarına nesnel (objektif) ve tarafsız ver bilimsel olarak bakmamızı sağlıyor. Bu araştırma; gelecek kuşaklara yol gösterici niteliktedir.

(*)AGE Sayfa:378-381