Avusturyalı psikiyatrist Wilhelm Reich, 'Dinle Küçük Adam' adlı ünlü eserinde, ki bu eser 'Faşizmin Kitle Psikolojisi ile Kişilik Çözümlemesi'ni inceler, şöyle der:

"Küçük adam, küçük olduğunu bilmiyor ve bunu bilmekten korkuyor.  Kendisinin olmayan düşüncelere hayran, ama kendininkine değil. Bir şeyi ne denli az kavrıyorsa, o denli sıkı inanıyor ona."

Yazmaktan, düşünmekten, düşündüğünü söylemekten korkar hale gelmiş çoğu insanımız büyük bir yılgınlık içinde köşesinde oturmuş ülkede olup bitenleri dizi seyreder gibi seyrediyor.

Seyretmeyen kesim ise biber gazı soluyor, coplanıyor, cezaevlerinde ömür tüketiyor, terörist olarak damgalanıyor.

Cumhuriyet'in temellerine dinamit döşenirken, bunu; “İslam'ın ulvi değerleri öyle emrediyor” diyerek bol keseden atan şapkaları büyük kafaları küçük adamlar halkı, din ile aldatmaya devam etmekte bir beis görmüyorlar.

Daha öncelerini saymıyorum. Ama bu son on beş günde sırasıyla Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Üyesi, TBMM eski Başkanı İsmail Kahraman'ın söyledikleri yenilir, yutulur şeyler değil.

DİB Başkanı Ali Erbaş laiklik kavramı ile savaşırken kurumu var eden 633 sayılı kanun ile 136. Maddeyi yok sayarak anayasal suç işliyor.

TBMM Başkanlığı yapmış İsmail Kahraman kendisini o makama Cumhuriyet'in eşitlikçi faziletlerinin getirdiğini unutarak; "Laiklik bir kere yeni anayasada olmamalıdır. Dindar anayasa meselemizden anayasanın kaçınmaması lazım. Anayasanın ilk dört maddesi değişebilir" diyebilmektedir.

Birde bana nasılsa bir şey olmaz diye bu yapıdan güç alan patavatsız, kimliksiz, şahsiyetsiz cami imamları türedi.

Çanakkale'nin üstelik adı Kemalpaşa olan ilçesinde görev yapan bir imam merhum Erbakan'ın bir sözünün altına yazdığı bir yorumda; "Mustafa Kemal'in İtleri böyle düşünüyor" diyebiliyor…

Emperyalist patentli siyasal İslam’ın bu şapkaları bu kafalara bol geliyor. Şapkalarının altında küçücük kalıyorlar. Ne geride yaşananları görüyorlar ne de önlerine bakabiliyorlar.

Kendi ikballeri için tarikat ve cemaatlerden bu şapkalardan edinmek için birbirleriyle kıyasıya yarışıyorlar.

                                                                                                      

Bazı şapkalar, bulundukları baştan daha değerlidir. Başlar küçüldükçe, şapkalar büyüyor. Bu nedenle, değersiz başlar bu şapkalardan edinerek, kendilerini değerli kılma yarışındalar.

Bazı şapkalar, sadece başa konmuş bir nesne olarak değil, bazen de isimlerin önüne eklenmiş unvanlar olarak çıkar karşımıza...

Falanca, filanca parti başkanı...

Filanca kurum müdürü...

Falanca, feşmekan amiri vs...

Armut dibine düşmeden önce bunların " Yunan galip gelseydi" diyen feslisi modaydı.

Bu aralar bu şapkaların en muteberlisi 'sarıklı' cinsinden olanı.

Marifetin şapkada değil başta olduğu Ortaçağ’dan beri hikâye edilen konulardan biridir. Anlaşılıyor ki, hala ders almayanlar çoğunlukta. 

Öyle bir toplum haline geldik ki, adamdan çok sıfatına, akıldan çok şapkasına değer verir olduk.

Bu noktada kime üzülmem gerektiğini de bilemiyorum. Adamın başı küçüldükçe şapkası büyüyor. Şapka büyüdükçe de altında eziliyor. Bu bir trajedidir.

Halkın bu boş başlara el etek öpmesi de ayrı bir trajedidir.