Hani büyük laflar vardır ya, yok efendim "çok
yaşayan mı çok bilir" yoksa "çok gezen", "çok okuyan"
mı gibisinden, ben bunlara fazla itibar etmem.
--Çok yaşamak, çok bilmek, vs, vs kimin ne işine yaracak
ona bakarım. Kişi ise, kendine, ailesine, yakınlarına; siyasi ise, toplumuna;
asker ise, ülkesine vs, neye yaradığına bakarım.
--2010'lu yılların başı idi. Bir şekilde ilişkide
olduğum, ülkemizde de birçok sahada yatırım ve ticari faaliyetleri olan
uluslararası bir İspanyol şirketinin teknik ama sosyalist bir yetkilisi ile
tanışmıştım.
--Onu yakından tanıyınca, ülkemizde iş-yatırım yapan
yabancıların öyle "ya bir dükkan da, ya da bir bir arsa-ev de Türkiye'de
alayım" gibisinden sıradan düşünmediklerin olmadığını, epeyce araştırıp,
bilgilerinin olduğunu gördüm.
--O yıllar, AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan. Ülke ekonomisi, sermayesi ve yönetimi dahil her şey yavaş yavaş
değişiyor, el değiştiriyordu.
--O yıllarda, "Borç yiyen kendi kesesinden yer"
diye bilenen özlü sözü biliyorduk ama biz ilgilendirmediğini, başkalarının
sorunu olduğunu sanıyorduk. Tarlada, pazarda pek bi harbiyesi olmayan
"HIYAR'ın" Tanzim Satışların en gözde ürünü olduğunu görene dek.
--İspanyol arkadaşımız, bizim ile konuşurken, özellikle
sol ve hükümetin kendi denetim alanının dışındaki (uluslararası ilişkileri
olanlar hariç, kilise, havra vs) inanç guruplarına olan baskılarını görüyor; İslami
tarikat ve cemaatlerin ekonomik güçlenmelerini yakından biliyor olmalı ki,
bizim kaygılı ve sıkıntılı konuşmalarımızdan sonra, bize İspanya'nın tarihinden
bir örnek vererek, rahatlatmaya çalışmıştı.
--GENERAL FRANKO!. (1892-1775).
--İspanya'da 1939'da Demokratik cumhuriyetin yıkılmasıyla
sonuçlanacak İç Savaşta milliyetçi güçlere önderlik eden İspanyol general ve
devlet adamı. İç Savaş'ın ardından (1939-1975) 36 yıl boyunca ülkeyi baskı
altında ve İspanyol Katolik Kilisesinin sayesinde diktatörlükle yönetmiştir.
--Bu bilgiden sonra, Franko'dan daha da önemli bir konuya
değinmişti. O da KATOLİK KİLİSESİ.
--Kilise, varlıklı ailelerin bir oğullarını Papaz yapmak
için alıyor. Sonrada, bir gün ailenin varlıklı Babası ölünce, papaz oğluna da
kalan miras, papazların Tanrının görevlileri, kilise de Tanrının evi olduğundan,
Papaz olan Oğula kalan miras kilisenin malı oluyor.
--Bu ve benzeri birçok örnek ile İspanyol kiliseleri
Devletten daha fazla bir ekonomik güce ulaşıyorlar.
--Halk, günden güne yoksullaşırken, kilisenin
ihtişamından ve servetinden eksilen bir şey yok.
--General Franko, Kilise'nin arkasında, Kilise Franko'nun
arkasında. Hem siyasi hem inanç olarak toplum büyük bir baskı altına alınıyor
ve bu baskı Faşist yönetim altında 36 yıl sürüyor.
--Yönetime geldiği 1939 yılından sonra, 1947'de
İspanya’da rejimi değiştiren Franco, kendisini KRAL VE ÜLKENİN DAİMİ KORUYUCUSU
ilan ediyor.
--Soğuk Savaş döneminde ABD ile ilişkilerini geliştiriyor
ve 1966 yılında devlet ve hükümet başkanlarının yetkilerini azaltarak kendi
gücünden az da olsa feragat ediyor. 1969 yılına gelindiğinde ise, TORUNU JUAN
CARLOS'u veliahtı ilan ediyor.
--Diktatörlük rejimini güçlendiren Francisco Franco, 1973
yılında BAŞKANLIK görevini torununa bırakarak sadece Devlet Başkanı ve Ordu
Komutanı olarak, 82 yaşında ölene kadar görev yapıyor.
İSPANYA'DA DEMOKRASİYE GEÇİŞ!.. İSPANYA'da Demokrasiye
Geçiş Süreci, Franco’nun 20 Kasım 1975 günü ölmesiyle ve diktatörlükten,
liberal demokratik yönetime geçiş süreci ile başlıyor. 1978 Anayasa
değişikliği, 23 Şubat 1981 günü Antonio Tejero’nun başarısız darbe girişimi, 28
Ekim 1982 günü İspanyol Sosyalist İşçi Partisi PSOE’nin seçim zaferini ilan
etmesi olarak kabul edilir.
Bu resmi yönden, peki halk açısından durum nedir?
İşte işin en enteresan tarafı da budur. Franko döneminde,
halkın neredeyse tamamı koyu Katolik bir inanç ve yaşam biçimine sahiptir.
Halkın, hak ve özgülük talepleri mi, Katolik kilisesi destekli Faşist Franko
yönetimi anında bastırıyor ve koyu bir Katolik yaşam tarzı zorlanıyordu.
Franko'nun ölmesi, DEMOKRASİYE geçilmesi ile birlikte, FRANKO
DÖNEMİNİN bütün suçlarını Katolik kilisesine çıkartıyor ve Franko döneminde
halkın yüzde 95'i Katolik iken, yeni dönemde, bu rakamlar yarıya iniyor, resmi
rakamlar bilinmemekle birlikte, ateist inanlarda artışlar gözleniyor. (Bizde de
DEİZM/DEİST sözcükleri tanıdık geliyor mu?)
31 Mart'ta yapılan Yerel Yönetim Seçimleri ve süreçleri
çok iyi değerlendirilmesi, analiz edilmesi gerekir. Tamam, iktidar partisi AK
Parti, en büyük illerin çoğunu kaybetmiştir ama, genel oy kaybı ne kadardır? Tamam,
muhalefet bir çok yerde stratejik belediyeleri ve seçimleri almıştır ama, bu
sonuca gelinmesinde SİYASİLERİN siyasi söylem ve eylemler mi, yoksa, halkın
ekonomik, sosyal ve siyasi sorunları mı etkili olmuştur. İki kere DÜŞÜNÜLMESİ
gerek
SONUÇ: Bu yazıyı kim ve neresi ile okur bilmem ama:
-1-Siyasi iktidar, M S 622'lerde değil de, 21 yy'ın ilk
çeyreğinde olduğumuzun fakına varması gerekir mi?
-2-Muhalefet, alınan sonuçları kendi başarısı mı, yoksa
kendi başarısı ile birlikte toplumun ekonomik, sosyal ve siyasi sıkışmışlığının
da katkısı olduğunu düşünür mü?
-3-Başta DİYANET olmak üzere, toplumun inanç önderleri,
kendi siyasi, ekonomik, sosyal ve siyasi gelecek ve beklentileri yerine, dünya
gerçeklerini ve günümüzü anlamaya çalışırlar mı?
Orası Avrupa'nın İspanyol'yası idi, unutmayalım ki,
burası cadı kazanın kaynadığı Orta Doğu.
--BAŞKA DA TÜRKİYE YOK!..
Not: O kadar başınızı ağrıttım ki, en iyisi ben de başımı
alıp gideyim biraz. Nasıl olsa, konuşan çok olur. Bir eksik olsun.