Irkçı, İslam düşmanı şarlatan bir politikacı önce Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde, ardından Kopenhag’da Kuran’ı Kerim’i ateşe verdi.  Lahey’de de ırkçı, İslam düşmanı bir başka şarlatan Kuran’ı Kerim’i hedef alan bir saldırıda bulundu.

Kutsal Kitaba  yönelik aşağılık eylemler Türkiye tarafından en güçlü şekilde lanetlendi. Bu eylemler, İslam düşmanlığının, ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının Avrupa’da ulaştığı kaygı verici  boyutun son örnekleri.

 Almanya'da  Başkonsolos olarak görev yaptığım tarihlerde(1993-1997) bu ülkede yabancı düşmanlığının ulaştığı ciddi boyutu tüm çıplaklığı ile gözleme imkânı bulmuştum. Yabancı düşmanlığı salt Türklere ait iş yerlerinin, derneklerinin ve evlerinin kundaklanmasıyla sınırlı kalmıyordu.

 Kimi ahvalde insanlarımıza “ötekisi” muamelesi yapılıyordu. Okullarda kimi öğretmenlerin sınıfta, Türkiye’yi, Türkleri ve Müslümanları küçük düşürücü ifadelerde bulunduğuna ilişkin yakınmalar insanlarımızca dile getiriliyordu. Televizyonlarda, Türkleri aşağılayıcı programlar yayınlanmaktan çekinilmiyordu. Bir vatandaşımızca suç işlendiğinde bu konudaki haber gazetelerde vatandaşımızın Türk kimliği öne çıkarılarak yansıtılıyordu.

 Aradan geçen zaman içinde Avrupa’da ırkçılık daha arttı. Son yıllarda  Müslümanlara ve diğer yabancılara karşı Avrupa kamuoylarındaki önyargılar giderek güçlendi. Kimi Avrupa ülkelerinde düzenlenen seçimler, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının ciddi boyutlarını bütün çıplaklığıyla ortaya koymakta.

 Avrupa, başka ülkelerdeki insan hakları sorunlarıyla yakından ilgili. Ülkelerindeki  ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve ayrımcılığa karşı ise insan hakları açısından yeterli duyarlılığı göstermiyor. İfade özgürlüğü kavramına sığınılıyor. Nefret suçu ifade özgürlüğü değildir. Stockholm, Lahey ve Kopenhag’da nefret suçu işlendi. Bu tür kışkırtıcı eylemlere izin verilmemeli. Avrupa’daki  ırkçılığın ürünü aşağılık eylemlerin faillerine gerekli işlem titizlikle uygulanmalı. Politikalar taraf olunan insan hakları ile ilgili uluslararası sözleşmelerin esaslarına göre belirlenmeli.

Son yıllardaki  baş ağrıları Asya-Afrika kökenli talihsiz göçmenlere karşı takınılan tutum da Avrupa’daki ırkçılığın bir başka boyutu. Bir vakitler doğal kaynaklarını sömürdükleri Asya ve Afrika ülkelerinin insanlarını göçmen olarak Avrupa’da görmek istemiyorlar. Sadece yararlanabilecekleri göçmenleri (bilim adamı, doktor, mühendis, sporcu vb.) içlerine alıyorlar. Oysa bu talihsiz göçmenlerin durumu da insan hakları açısından değerlendirilmeli. Göçmenlere ilişkin  politikalar da, ulusal mevzuattan ziyade,  uluslararası sözleşmelerin esaslarına göre ele alınmalı.   

 Irkçılığın geçen yüzyılda Avrupa’yı ve dünyayı ne tür felaketlere sürüklediği genç kuşaklara iyi anlatılmalı. Irkçı partilerin günümüzde izledikleri politikaların  ülkeleri açmazlara itebileceği vurgulanmalı. Avrupa ülkelerinin ırkçılığa, Müslüman ve yabancı düşmanlığına  karşı mücadelede atacakları adımlar, insan haklarını üçüncü ülkelere karşı salt siyasi amaçlarla kullanmadıklarını gösterecek. İnsan hakları değerlerini gerçekten benimsedikleri, özümsedikleri hususunda önemli bir gösterge olacak. Bu itibarla, Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, AGİT bu ülkelerdeki ırkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığına vb. ilişkin gelişmeleri yakından izlemeliler ve gerekli uyarıları yapmalılar.

Şunu da göz ardı etmeyelim :  Avrupa, salt ırkçılığın boy gösterdiği, Nazi artıklarının, karanlık yüzlü insanların yaşadığı bir kıta değil. Aynı zamanda, dünyanın evrensel değerleri olan insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi kavramların doğduğu, geliştiği  bir kıta. Bu ülkelerde, insanlığın bu değerlerini sahiplenen, savunan  insanlar,  siyasi partiler, düşünce kuruluşları, sivil toplum kuruluşları da var. Önümüzdeki süreçte bu insanları,  partileri, kuruluşları önemli görev ve sorumluluklar bekliyor. Irkçılığa, İslam ve yabancı düşmanlığına, şarlatanlığa meydan vermemeliler.