"Onlar çılgın Türk değillerdi!"

"Günümüzde yurdun her ovası, her yaylası, Dumlupınar; her zirvesi Duatepe-Kocatepe; her dağı da Akıncılar'ın Ulus Dağı'dır!" 

Mustafa Yıldırım, Çökelez Dağı, 26 Ağustos 2019

"SON EFE" KUMANDAN MAREŞAL MUSTAFA KEMAL

Son büyük saldırıya hazırlanılıyordu. Bağımszılık Meclisinde de coşturucu konuşmaları kararlaştırılmıştı. Hamdullah Suphi Bey küsüde ulusal savaşı değerlendirirken “mukaddes cinnet” (Türkçesi: Kutsal çılgınlık) diye haykırınca Başkumandan Mustafa Kemal, kızgınlıkla “Ne diyor bu?” diye söylendi ve sesini yükseltetti:

“Ne cinneti? Millî mücadele hesap işidir, hesap!”

Dilerseniz bu sözü de "Çılgın Türkler" diyerek ulusal bağımsızlık savaşımızın özünü hafifleterek savaşmayı unutanlar, unutturanlar için Kumandanın öfkeli sözünü Türkçesiyle yazalım:

Ne çılgınlığıUlusal savaş hesap işidirhesap!

Mecliste Son Efe'nin Başkumandanlığı’na karşı çıkanlar da çoktu. Savaşın hesap işlerini çözümleyebilmek için günümüzün değme bilgisayar programları yetmez! 

Hem içerde hem dışarıda sürdürülen alçaklığa karşı, Meclisteki sinsi darbecilere karşı sürdürülen savaş.

Osmanoğullardından Vaid ed-Din'n emriyle ve onayıyla Moudros'a demirli Agamemnon zırhlıında imzalan anlaşmayla ordu, haberleşmeşme (bugünkü telekom), demiryolları, yurdun toprakları ve jandarması teslim edilmişti.

Savaşçılara halk desteği neredeyse yok denecek denli azdı. Teslimiyetçilik ve ihanet önde gidiyordu. 

Yokluk ve yoksullukta gecelerce ve gündüzlerce aklın yolundan ayrılmadan ince ince örülen bir savaştır Bağımsızlık Savaşı.

En kısa savaş hattında bile eldeki olanakların ve tüm koşulların, her bir savaşçının, her bir merminin ince ince hesaplanmıştı. 

26 Ağustos 1922 sabahı, şimdilerde İngilizin "Crazy Turks - Çılgın Türkler" deyişini dillerine dolayanların sandıklar gibi Türkler birden şahlanarak öne atılmamışlardı.

En küçük birliğin saldırı ya da savunma yeri, sayısı, görev sınırları önceden belirlenmişti. Savaşçıların sayıları azdı; ama komutanları aklı başında, 20-24 yaşında gençlerdi. 

En kilit görevi, tam zamanında yerine getirenlere bir örnektir Kocatepe’ye birkaç Km uzaklıktaki Kurtkayası’nda savaşanlar.

KOCATEPE’NİN ÇOCUKLARI TAM ZAMANINDA

Bundan tam 11 yıl önceydi. Afyon-Çay-Akşehir yoluna çıktıktan 3 km sonra sağa (Batı) döndük. Düz ovada dağlara çıkan yola saptık. 

Batıya doğru birbirinin ardına sıralanmış sivri tepeler arasından, vadilelerin yukarılarından çıkıyorduk. Uzaklarda, karlı sivrileri görünen Sultandağı, önümüzde yılan gibi kıvrılıp yükselen yol. 

Afyon çok gerilerde kalmıştı. Son dönemeci geçince sol yanımızda ilginç kayalar: Gökten yere atılıp da oturtulmuş ve birbirinin sırtına binmiş, birbirlerine bakarak yarılmış gibi duran, yüksek, keskin kenarlı, dipleri yeşil-mor yosunla kaplı kızıl kayaları görünce yavaşladık. 

Ortalardaki en büyük kayanın tepesi tıraşlanmış gibi düzdü. Onun üstünde sonradan konulmuş gibi duran, bir başka kaya vardı. İşte o kaya uzaktan, yere oturmuş, başını göğe kaldırmış, uluyan kurda benziyor. Bu nedenledir ki yörenin insanları o kayalığa “Kurtkayası” demişler. 

Karşımızdaki tepelerin arasında, eteklere yerleşmiş, kırmızı kiremitli evleriyle Büyükkalecik. Kurtkayası’nı yüz metre geçince solumuzda düzgün duvarlı üst üste yerleşmiş üç teras. Teraslarda alçak boylu çamlar. 

Yola bakan ön duvarda üç metreye bir buçuk metre boyutlarında bir mermer levhaya oyulan yazıda,  26-27 Ağustos 1922’de boğazı tutan 2500 kişilik Yunan garnizonunun tel örgülerini parçalayarak, işgalcileri boğazdan Afyon’a doğru süren 8. Tümen, 131 Alay, 36. Süvari Bölüğünün öyküsü anlatıyor. 

Süvarilerin görevi, 26 Ağustos 1922 sabahı Kurtkayası’ndaki tel örgülerden Büyükkalecik’e doğru yerleşmiş 2.500 kişilik Yunan garnizonuna saldırmaktı. İlk top sesinden ne bir dakika geç ne de bir dakika erken değil tam zamanında saldıracaklardı.  

150 süvarinin komutanı Bayburtlu Üsteğmen (savaş sonrasında Yüzbaşı) Agah Efendi, yardımcısı da  Teğmen (Sonra Üsteğmen) Feyzullah'tı.

Kumandan Agah Efendi, Kurtkayası’ndaki tel örgülere doğru atıldı. Kayaların arasından boğaza koştu. İşte orada, derenin üst yanında, “İleri!” diye bağırırken alnından vurulup düştü. 

Destekçi kuvvetlerle boğazı yeniden tutmaya çalışan Yunan birliğini Kocatepe'ye doğru geçirmemek için 26-27 Ağustos gecesi ve izleyen gün boyu savaşan süvariler, tepelerin yamaçlarında, çalı diplerinde toprağa düştüler.

27 Ağustos öğleden sonra yetişen 131. Alayın yardımcı güçleriyle aşağılara sürülen Yunan birliği Afyon’a doğru kovalandı. 

Büyükkalecik’ten koşup gelen yaşlılar ve kadınlar, Kumandan Agah Efendi ve yardımcısı Feyzullah Efendi ile 100 süvariyi o yamaçta toprağa verdiler. 

Daha sonraları şehitlerin künyeleri kabirlerinin başına konan ak mermerlere yazıldı.

Toprağa düşen süvarilerden 16-21 yaşında olanlar çoğunluktaydı. Kırklı yaşlarında olanlar da vardı. 

Şimdi terasta çamların gölgesinde, Karadenizliler, Doğu Anadolular, Halepliler, Egeliler, Akdenizliler, koyun koyuna; “Yerel tarih” safsatalarını yalanlarcasına, bu yurdun moda deyimle “coğrafya” değil, tarihin de ulusal tarih olduğunu kanıtlarcasına, yan yana, arka arkaya yatıyorlar.

En üst terasta, birkaç basamak merdivenle erişilen, dört direkli, üstleri miğfer biçimli kemerli göğe doğru sivrilen kubbenin en üstünde Kocatepe'ye bakan küçük yarım ay parıldıyor.

Kubbenin altında yan yana iki kabir, kabirlerin arasında bir direk. Direkte, ay yıldızlı bayrak esintiyle çırpınıyordu.

Kabirlerin ilkinin mermerinde Bayburtlu Ziver Oğlu Yzb. Agah (24), ötekinin başındakinde de Sinoplu Ahmet Oğlu Feyzullah (22) yazılmıştı.

KURTKAYASI’NDAN KOCATEPE’YE

Büyükkalecik, çok eski bir köy olduğunu uzun yalaklı, yosun bağlamış, taş çeşmeleriyle anlatıyor. 

Köyün kıyısından kıvrılarak yükselen yolda ilerlerken, kırk adım ötedeki çeşmenin yalağından su içen kara sığırların başında 13-14 yaşlarındaki küçük çobana sesleniyorum:

“Arkadaş! Kocatepe bu yanda mı?” 

Öne doğru iki adım atarak bağırıyor:

“Şu tepelerin arasından çık! Yol ayrıldığında soldakine gir. Karşında, göğe doğru Kocatepe!”

“Anlaşılmıştır! Sağol!”

Kurtkayası ile Kocatepe arası 6-7 km. Bu şu anlama geliyor: Başkumandanlık’ın zirvedeki karargahı ile Yunan garnizonunun arası da 6-7 kilometreymiş. Üsteğmen Agah ve Teğmen Feyzullah Efendilerin komutasındaki süvarilerin ölümüne savaşmaları işte bu yüzden. Görevleri Kumandan'ı ve arkadaşlarını Yunan saldırganlarından korumaktı. 

Kocatepe’den bakınca Hıdırlık tepesi, Afyon yönünde değil. Akarçay, uzaklarda Afyon ovasında Çay yönünde ilerliyor; daha sonra Eber gölüne dökülecek. Uşak dağları da ufukta seçiliyor. 

Dağların arkasında kalan son hedef İzmir kıyıları ve Akdeniz!

Aklında binbir hesap, Kocatepe’nin sivrisine doğru öne eğilerek yürüyen Mustafa Kemal, yüreğiyle görüyordu Akdeniz’i.

Buz kaplıydı Kocatepe’nin eteği. Büyükkalecik Kasabası’na inerken, yine çobanımıza rastladık. Işıltılı çakır gözlerini kısarak seslendi:

“Yollarda kar vardır...”

“Evet, karlıydı yamaçlar. Adın nedir?”

“Ali Tokdemir!” 

Kocatepe’ye çıkamayışımıza üzüldüğünden mi nedir, ince dudaklarını büzüyor, kaşları çatılıyor, güneş yanığı alnında iki ince çizgi beliriyor; bir genç öğretmeni gibi emrediyor:

“Karlar eriyince gel de, ben atlarla seni çıkarırım!”

Söz dinleyen bir öğrenci gibi “Olur” diyorum, “Şöyle bir iki adım git de boydan fotoğrafını çekeyim!”

Çoban Ali Tokdemir’in gözleri ışıldıyor, dudakları aralanıyor, üç adım geriliyor; sol kolunu açıyor ve elindeki değneği bir mızrak gibi yere dayayıp, başını yukarı kaldırıyor, göğsü öne çıkıyor. Deklanşöre basıyorum. 

“Sağol Ali! Sen okuyor musun?”

“Ben Kuran kursuna gidiyorum!”

“Tamam Ali, baharlardan birinde geleceğim. Senin atınla Başkumandan’ın Kocatepe’sine çıkacağız!”

“Çıkalım!”

Ali’den ayrılırken içimdeki o bildik eski ses:

“Şuralarda öğretmen olmak vardı...” 

Ali’nin arkadan gelen sesiyle içimdeki hesaplaşma kesiliyor:

“Yolun açık olsun!”

Aşağıdaki şehitlikte yatan 16-20 yaşlarındaki süvarileri selamlarken Başkumadan’ın Bağımsızlık Savaşının bir “çılgınlık” değil, ince hesapla kazanıldığını haykıran sesini duyuyor ve “İyi ki süvariler, akıllı ve sabırlıymışlar” diye mırıldanıyorum.

Kocatepe arkalarda kaldı. O günlerden bugünlere dönmek acı veriyor; ama boş umutlarla avunmak yerine daha çok çalışmak, çalışmak!

Telaşa gerek yok! Aklımızı kullanacağız. Yanlış yollara sapmadan yabancılardan asla medet ummadan, sabırla yürüyeceğiz ve onurlu zaferlere hazırlanacağız! 15 Eylül 2008 ve 26 Ağustos 2012

YENİ ERDEMLİ UTKULAR İÇİN

 Karanlık günlerimizde “30 Ağustos” utkusunu kutlamak yerine “nihayetinde vatana namus borçlarını ödeyenler” gibi silkinmek ve kendi ruhumuzu temizleyerek işe başlamak asıl görevdir! 

Vicdanlarını Batı-Doğu emperyalistlerine kiraya verenlerin içi boş nutukları, Kocatepe-Kurtkayası’nda toprağa düşen 16-18 yaşlarındaki şehit süvarileri unutturamayacak ve Türk askeri yeni işgalcilerin maşası olmayacak!

O süvarilerin ruhunu taşıyan gençler,  kâğıt üstündeki Başkomutanları, onların emrine kayıtsız-koşulsuz giren sözde komutanları, rol kesen sözde genel başkanları çok, ama çok yanıltacaklar!

Gün, şenlik günü değil, savaşım günüdür!

Gençlerimiz, başka devletlerin gücüne değil, yalnızca ve yalnızca kendi güçlerine güvenerek bayrağı yeniden yükseklere kaldıracaklar!

Yoksa siz duymuyor musunuz?  Üsteğmen Agâh’ın, Teğmen Feyzullah’ın ve süvarilerinin sesi geliyor karanlığın ötesinden:  

Akdeniz, Akdeniz - Suları berrak deniz – Bırak geçeyim – Karşıda yar ağlıyor…

Ve şimdilerde diyorlar ki:

Dağları-ovaları yeniden kurtarmak için korkunuzu söküp atın! Ateşi gösteri için Kocatepe'de değil, önce yüreklerinizde tutuşturun ve kıvılcımla yurdun üstüne çöken zifiri karanlığı bir ucundan yakmaya başlayın!  

Mustafa Yıldırım, 30 Ağustos 2013