Ankara'yı bu yüzden seviyorum; her dönemim şahsına,
şahsiyetine ve ruhuna uygun şeyler yaşasa, yaşatsa da yine de bir şeyleri
olabilen, yapılabilen bir şehirdir Anakara.
--Antalya'dan kalkıp öğrenci olarak geldiğimiz günler
rüya gibi bir Ankara vardı. Vedat Dalokay şehre bir kimlik kişilik katmış, her
yerde yaşanılan mekanlar yaratmış. Ben onun yapıp, Ali Dinçer'in yaşattığı
günlerin Ankaralısı oldum.
--Hele hele bir de bu gün mok götüren SAKARYA CADDESİ
vardı ki, sormayın gitsin. İster tek başınıza, ister al sevgilini, arkadaşını
git Sakarya'ya. Ortada bira büfeleri. Ağzı ile içen insanlar. İstersen de benim
aklımda kalan HAN gibi bira meyhaneleri. Git, adam gibi iki şişe iç, sohbet et,
sonra da adam gibi bin otobüsüne evine git.
--O günler, rüya gibi günlerdi.
--Bu hafta başlayan, dün de sevgili Dostum/Arkadaşım
Tevfik'in bizlerden kopar kopmaz eve gidip hazırladığı, Bilsay Kurç, Korkut
Boratav hocaların başlarının etini yiye tamamladığı “Aklın Yolu Cumhuriyet”
adlı yapıtının imza günü için ATO-Congresium'da (Ato-Kongre Merkezi adını
verseydik kompleksimizi gizleyemedik) idik.
--Ben öğleye doğru gittim. Bir AVM'nin otoparkına kaçak
parkçılık yaptım. Ama rahat olsun, öğleden sonra çıkışta Müfit Abim,
kafelerinde Fuat iie bana yiyecek içecek ısmarladı da, AVM ile helâlleştik.
--Çok ama çok kalabalık idi, içeriye sıra bekleyerek
girdim o saatte bile. Saat 15.00 suları, işimiz bitirdik her yere park etme özgürlüğü
olan Fuat İçbudak'ım deyince herkesin sesini kestiği (bu işin raconunu iyi
biliyor. Kimse, sen nesin abi diyemiyor ::)) ) Fuat'ın ATO otoparkında ki
arabası ile çıkarken dışarda kar-yağmur yağıyordu.
--Sabah yağan kar ve yağmura rağmen AVM'nin önünden Fuar
alanına giden kaldırım genç insanlar ile dolu idi. Santim santim zor yürüdün
kaldırımdan fuar girişine kadar. İçeri girmek mi?
--Elbette ki, 30-40 metre giriş kuyruğu.
--Öğleden sonra çıkışta, henüz İlber Ortaylı Hocam imzaya
gelmemişti ama, ATO'nun girişinden Eskişehir yoluna doğru giden kaldırımda,
yağmur altında KİTAP FUARINA giriş için bekleyen insan giriş kuyruğunun sonu
görünmüyordu.
--İçerisi ise tam bir ana-baba günü.
--Yazar, çizer, okur, kulakları ile kulak misafiri olan,
gözleri ile herkesi izleyen resmi görevlilere kadar herkes oradaydı.
--Eskiden bir kaç stant olan muhafazakar yayınların stantları
çoğalmış, türbanlı gençler ise bütün stantlara koşuyor ve çantalarını kitaplar
ile dolduruyorlardı.
--Demokrat, ilerici yayınevlerinin stantları ise, sanki
biraz acı çeker gibi halleri vardı. İyi ki, en kalabalık kuyruk onların önlerindeydi
de, telaştan onlar bunun farkında değillerdi.
--Bir zamanlar "Kütüphaneler Haftası"nda,
Kültür Bakanlığı bir slogan bulunmuştu "İNSAN OKUR" diye. Baya da tutmuştu.
--Sabahın köründen, gecenin karanlığına kadar; yağan
yağmur ve kara rağmen şemsiyeli, kapüşonlu, şapkalı, başı açık o kadar genç
insanı orada, o yüzlerce metre kitap kuyruğunda gördükten sonra;
--Hani atamın Türkiye Cumhuriyeti için Antalya'da söylediği:
"Arkadaşlar! gidip, Toros dağlarına bakınız, eğer orada bir tek Yörük
çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu
dünyada hiç bir güç ve kuvvet asla bizi yenemez." sözü gibi,
--Boş verin dostlar umutsuz olmayı.
--Kitap fuarında karıştırdığım bir kitabın içinde eski
bir ABD yetkilisinin şu sözleri ilginçti: "Biz gittiğimiz ülkelerde,
yalnız iktidarı değil, muhalefeti de, ....." diyordu ama,
--Yine de sizler boş verin bunları, ben bu türbanlı-türbansız
erkekli-kızlı okuyan gençleri gördükten sonra umutlu olmamamız için bir sebep
görmüyorum.
--Hani Ruhi Su'yun, Karadeniz'e ağıtında:
"Gelir günler gelir, yaram sarılır
Böyle gitmez bir gün hesap sorulur
Bir yanım Acem'den, Çin'den görünür
Bir yanım deryada çalkanır şimdi. " diyordu ya.
--Aynen öyle. Bize bu günleri, alaca karanlık şafağı gibi
yaşatanlar da gelir gider. YETER Kİ, Tavşanın Alis'e dediği gibi: "nereye
ve hangi yoldan gideceğimizi" bilelim!.. mi,
--NE DERSİNİZ?